MakalelerPusula

GERİLLA ÖYKÜLERİ | Dikkatsizlik sonucu gelen misafir -2. BÖLÜM-

Ape Memed, Saadet’e Hüsen’i sordu. Saadet de gün boyu sohbet ettiklerini ve şimdi uyuduğunu söyledi. Ape Memed içinden Saadet’e “kızım ben sohbet edin dedim de, sohbetin suyunu da çıkarım demedim” dedi.

Ape Memed;

– Bir yarım saat daha uyusun. Ben uyandırırım.

Hüsen, salondan (ya da mutfaktan) gelen sesten uyandı. “Amma da uyuşmuşum, güya kestirme yapacaktım” diye düşündü. Yattığı yerden kalktı, odanın kapısını açtı ve salonda Ape Memed’i ve poşetlerle uğraşan Ciran anayı gördü.

Hüsen;

– Biraz gözlerimi dinlendireyim dedim, uykuya dalmışım.

Ape Memed;

– Oğlum suç sende değil, bizimkilerde, ben sabah şehre giderken Saadet’ten sohbet etmelerini istedim. Ama onlar…

Hüsen;

– Yok amca, sohbet bana bayağı iyi geldi.

Ape Memed;

– Oğlum, birazdan köylüler gelecek.

Hüsen;

– Tamam amca, ben de şimdi hazır olurum.

Hüsen, elini yüzünü yıkamaya gitti. Ardından da Ape Memed’le birlikte salonda misafirleri beklemeye başladı.

Ape Memed;

– Sana söyleyip, söylemediğimi hatırlamıyorum, bugünkü akşam yemeğimiz Muhtarda.

Hüsen;

– Saadet söyledi. Amca o değil de, sen şehre giderken sana söylemeyi unuttum. Diyecektim ki şehirden…

Ape Memed;

– Dur oğlum söyleme, ben senin ne isteyeceğini (ve bunu da unuttuğunu) biliyorum.

Ape Memed kendi odasından bir deste günlük gazeteyle çıkageldi.

Ape Memed;

– İsteyeceğin bunlar mıydı oğlum?

Hüsen;

– (Yüzünde şaşkınlık) Evet amca, nereden bildin?

Ape Memed;

– Bu uzun hikâye oğlum. Sana şu kadarını söyliyeyim: Ben sana ihtiyaçlarını Saadet’e yaz, bana verin dediğimde, neleri isteyebileceğini gayet iyi biliyordum. Bunlar nedir diye sorsan, kitaptır, gazetedir, kalemdir, kâğıttır derim. Ama nasıl olduysa sen gazeteyi unuttun.

Hüsen;

– Amca ince düşünüşün için teşek…

Ape Memed;- Hani kaldırmıştık teşekkürü tedavülden… Bunların bizi aramızda lafı olmaz. Bu arada Ciro’ya Partizancı olduğunu söylemişsin. Buna pek sevindim oğlum. Partizancıların hepsi benim oğlum ve kızlarımdır.

Hüsen;

– Amca Saadet ve Elif nerde?

Ape Memed;

– Oğlum tüm köy Muhtarın evinde toplanır. Birazdan gelirler. Bak ne diyecem, sana eşya aldım. Hiç itiraz etme, aldım. Giderken de beraber götürürsün. Arkadaşlarına verirsin. Tamam benim de yüreğim kirvelerle atıyor, onu da bir kenara koy, onlar benim oğlumun arkadaşları, onların mücadelesine, dolayısıyla oğlumun mücadelesine çorbada benim de tuzum olursa sevinirim. Aldığım eşyalar, oğul ve kızlarımın bedenlerini soğuktan iki gün korursa mutlu olurum ben.

Hüsen;

– Amca, sen şehirden bir katır alsan ne iyi edersin.

(Ape Memed gülme krizine tutulur.)

Ape Memed;

– Gerekirse onu da alırım almasına ama minibüse sığar mı ki?

(İkisi birden gülerler.)

Ciran Ana;

– Hayırdır ne kaynatıyorsunuz?

Ape Memed;

– Ne o Ciro, sohbetimizi kıskandın mı yoksa?

Ciran Ana;

– Hadi sen de pörsümüş Memo. Senin sohbetinin neresini kıskanacam.

(Hüsen güldü.)

Ape Memed;

– Asıl sen ihtiyarlamışsın.

Önce sandalyeler geldi, ardından masa. Geliş-gidişler birbirini kovaladı. Sofrayı bahçeye kurdular. Ape Muhtar, hiçbir şeyi eksik etmemişti. Ateşte kuzu çevirme, sacda lavaş ekmeği, yayık ayranı getirmişti. Kuzu çevirmeyi getirmeden evvel, evinde masada tabaklara dağıtılacak şekilde hazırlamıştı.

Ape Memed 76 yaşındaydı. 76 yıllık yaşamında neler görmüştü neler… Kendisi bile şeceresini tutamamıştı. Onun da Ape Memed gibi, düşman tarafından görmediği işkence ve zulüm kalmamıştı. En sonunda Ape Memed, Ape Ayhan’la birlikte Elazığ’ın Palu ilçesine zorunlu göçe maruz bırakılmıştı. Kızı Guley Partizancılara ya da kirvelere katıldığında ilk eşiyle birlikte buna sevinmiş. Guley’in şehit düştüğü haberi, Hacer Ana’nın kalan ömrüne mal olmuş, kalk krizi geçirip ölmüştü.

Ape Muhtar, kızı Guley gerillaya katıldığında köyde tanıdığı tanımadığı herkese göğsünü kabarttı. “Bakın görün, Allah bana erkek vermedi ama onun yerine on erkek evlada bedel bir kız verdi. Şimdi (elleriyle dağları göstererek) şu dağlarda düşman kovalıyor… Kök söktürüyor…Ha bu böyle biline” derdi.

Ape Muhtar, ilk eşi öldüğünde bir başına, yapayalnız kaldı. Eşinin öldüğüne üzüldü ama nedense kızının ölümüne pek üzülmedi. Tersine hep bir yanı sevinç ve gururluydu. Ama bazen “yaşasaydı, biraz daha yaşasaydı, Devletê Tirkê Ape Muhtar’ın kızı kimmiş iyi tanır, öğrenirdi” derdi.

Ape Muhtar eşinin ölümünden bir yıl sonra ikinci kez evlendi. Kendisinden 15 yaş küçük Zahide ile Ali Haydar ve Guley isminde iki çocuğu oldu.

Herkes sofraya oturdu. İki masa etrafında on iki kişi toplandı.

Ape Muhtar;

– Bak Hüsen oğlum, evde bir dilim et kimseye vermedim. Kimse istemedi, ama biliyorum, herkesin gözü benim üzerimdeydi. Şimdi sen bir an önce başla, bu zavallılara daha fazla işkence etmeyelim.

Hüsen;

– Peki amca.

Hüsen tabağındaki etten bir dilim aldı. Herkes yemeğe başladı.

Ape Muhtar;

– Memed sen bugün şehre indin, içecek bir şey getirdin mi?

Ape Memed;

– Getirmez olur muyum?

Ape Muhtar;

– Peki öyleyse daha ne duruyorsunuz? Şimdi içmeyeceksek ne zaman içeceğiz? (Gülerek) Müze için almadın değil mi?

Ape Memed;

– Bazen çok boş konuşuyorsun.

Ape Muhtar;

– Tamam tamam, hemen kızma.

Ape Memed;

– Elif kızım (elma ağacını göstererek) şu ağacın arkasında Muhtarın ilacı var, al gel.

Masadakiler güler, çünkü herkes Ape Muhtar’ın su içer gibi içki içtiğini bilir. Elif poşetleri getirirken “Baba, sen bütün şehirdeki içkiyi aldın galiba” dedi.

Ape Memed;

– (Muhtara bakarak) Kızım Muhtara, Peri Suyu içki aksa yine dayanmaz. O poşettekiler mi dayanır?

Şiddetli bir kahkaha attı masadakiler. Bu sefer Hüsen de kendisini tutamadı, o da kahkahayı patlattı.

Ape Muhtar;

– (Hüsen-e bakarak) Sen Memed’e bakma. O cimridir. Ondan öyle konuşuyor.

Ape Muhtar;

– Kirve sen aslan sütünü sever misin?

Hüsen;

– Size eşlik etmeye çalışırım.

Ape Memed, tekrar Elif’i kaldırmamak için, bu sefer kızı Saadet’e seslendi. “Saadet kızım, içerden bardakları getirir misin?” Saadet, bardakları getirmeye gitti. Ape Muhtar ilaçsız, susuz kalmış gibi Saadet’in oğlunu bekliyordu. Saadet’i görünce sesli “nihayet” dedi. Rakı bardakları doldurulurken;

Hüsen;

– Benim içkiyle pek aram yok. O yüzden Ape Muhtar rahat olsun.

Ape Memed;

– Ula Muhtar, sen ne anasının gözüsün, sermayeyi senin içkine yatırdık desene.

Hüsen kendini tutamayıp “Amca sende de ne sözler varmış” dedi.

Ape Muhtar;

– Sen daha bir şey görmedin (hafif gülerek), sen varsın diye kendisini şu an zor tutuyor. Ben kulak asmıyorum. Yoksa benim cebimde epey laf var…

Ape Memed;

– Geç bunları Muhtar, sen kim bu konuda benimle aşık atmak kim!

Ape Ayhan;

– Oğlum, sen Peri Nehri’nden karşıdan karşıya geçerken mi suya kapıldın?

Hüsen;

– Yok amca.

Ape Ayhan;

– Peki nasıl oğlum. Anlat da dinleyelim.

Herkes susar, Hüsen’e bakar.

Hüsen;

– Peki… Soğuk ve fırtınalı günler yavaş yavaş ağırlığını yitirmiş yerini daha az soğuk günlere bırakmıştı. Toprağa ilk cemre düşmüş, biz de üslendiğimiz yerden, artık doğayla, hayatla, insanlarla buluşmanın sabırsızlığını yaşıyorduk.

Biz barınakta sabırsızlanırken, börtü-böcek durur mu? Toprağa düşen her damla yağmur, toprağa hayat veriyor, bitimsiz bir güzellikte, bir renk cümbüşünü meydana getiriyordu. Kuş cıvıltıları daha yakından ve gür gelmeye başladı. Yabani hayvanların, kurdun, çakalın, ayının, tilkinin, tavşanın, yabani geyiklerin ayak izlerini artık sadece karın üzerinde değil, karın eridiği, toprağın ise hafif çimlendiği yerlerde de görür olduk.

Sabırsızlıkla beklediğimiz gün geldi. Artık son hazırlıklarımızı yaptık. Atacağımız her adım sabırsızlığı daha dayanılmaz bir hale büründürüyordu. Öte yandan da ileriye attığımız her adım sabırsızlığı yıkan adımlar oluyordu. Peri Suyu’nun kenarında yürürken dikkatsizliğim sonucu ayağım kaydı, kendimi suyun içinde buluverdim. Bilirsiniz Peri Suyu yaz ayları bu kadar yükselmez. Peri Suyu’ndan geçmek kolay. Ama şimdi havanın düzelmesiyle eriyen kar suyu Peri Suyu’na katıldığı için, su iki katına çıkmış. Beni kurtaran iki şey oldu. Birincisi, Peri Suyu insanı sadece önüne katıp götürüyor, ben başımı suyun üstünde tutup, öylece epey geldim. Şansıma gölete rast gelmedim. Peri Suyu’nun geniş bir alana dağıldığı ve o geniş alanda kocaman bir ağaç vardı. (Sanırım onu büyük bir sel getirmiş olmalı.) O ağaç benim hayatımı kurtardı, yarısını da siz… İşte kısaca böyle oldu.

Elif;

– Bir de Partizancı olacak.

Ape Memed;

– Kızım o nasıl söz öyle.

Elif;

– Baba ben ne yapayım, senin anlattığın Partizancılara hiç benzemiyor.

Ape Memed;

– Kızım iyi bir Partizancının ölçütü, Peri Suyu’nun yanında sağlamca yürümesi mi? Dengesini kaybetmiş. Biz düzlükte yürüyemiyoruz!

Elif;

– Olsun o Partizancı.

Ape Muhtar;

– Oğlum, ben Elif’i iyi tanırım, o takılıyor sana. Yoksa kocaman kız bilmez mi, bilir. İnsanları kızdırmak onun hoşuna gidiyor.

Ape Memed;

– Muhtar ilk kez doğru bir şey söyledi. Ben Elif’in bu huyunu nasıl unuttum. Neyse…

Hüsen;

– (Gülerek) Hakkı da yok değil. Ama iyi ki düşmüşüm. (İçinden iyi mi yaptım böyle söyledim acaba?!) Yoksa ne Elif’i ne de sizi tanımış olurdum. Ben zaten dengemi kaybetmedim. Elif’i görmek için, kendim atladım Peri Suyu’na…

Elif başı ve parmağıyla uzaktan Hüsen’i tatlılıkla tehdit eder.

Mircan Ana oğlu Hakan’a “Bu kadar sohbet yeter, oğlum git sazını getir, sen çal, Saadet söylesin” dedi.

Ape Ayhan;

– Kirveyi de dinlemek isteriz tabi.

Hüsen;

– Sesim pek iyi değil, ama söylenenlere eşlik etmeye çalışırım.

Ape Ayhan;

– Kirvenin sesini ayrı duymak isteriz.

Hüsen;

– Peki ben türkü değil, size bir şiir okurum.

Ape Muhtar;

– Ona da razıyız ey Partizancı!

Hakan Mircan Ana’nın emrini hemen yerine getirdi. Tılsımla eve gitti ve sazı getirdi. Repertuar oldukça genişti. Aynen aşağıdaki türkü ve marşlar istek edildi.

Ciran Ana Kızıldere Kızıldere (Emekçi’den), Ape Memed Ali Haydar’ı, Ape Muhtar Roze Yena’yı istedi, Ayhan Amca TİKKO marşını istedi.

Hüsen Ahmet Arif’in 33 kurşun adlı şiirini okudu.

Mircan Ana da Hayali Gönlümde Yadigâr Kalan’ı istedi. Saadet hiçbir isteği geri çevirmedi. Peri Suyu gibi duru ve kadife sesiyle güzel güzel söyledi. Hüsen şaşırdı. Ama tıpkı diğer gençler gibi o da hepsine eşlik etti.

Hüsen;

– Düşmanın Partizancıları kentte, dağda aramasına gerek yok. Asıl Partizancılar buradaymış.

Köylüler, Hüsen’in bu yorumuna göğüs kabarttılar.

Saat epey ilerledi. Ape Muhtar üç şişe ilacı tek başına devirdi. Kıvama gelmişti artık. Mircan ana, Hüsen’le vedalaştıktan sonra çocuklarını alıp gitti. Ciran ve Elif de gitti. Ape Ayhan’ın eşi Feride, oğlu Ali ve Ape Muhtar’ın eşi Zahide ve çocukları Guley ve Ali Haydar da.

Şimdi masada, Ape Memed, Ape Muhtar, Saadet, Ape Ayhan ve Hüsen kalmıştı. Ape Muhtar, ilacın dördüncüsünü devirirken konuşmaya başladı.

– Oğlum benim 17 yaşında kızım vardı. İlk eşimdendi. Gule, adı gibi kırmızı bir güldü. Sizin arkadaşlara katıldı. Bir yıl gibi bir süre sonra şehit düştü. Şehit düştüğü haberi anasının geri kalan hayatına mal oldu. Sizlere ömür, hakkın rahmetine kavuştu. Neyse…

Kızımın altı arkadaşıyla birlikte şehit olduğu haberini alınca, hışımla savcılığa gittik. O zaman devlet bizim çocukları öldürüp, öldürdüğü yerde bırakıyordu. Çocuklarımızın katledildiği bölgeyi de mayınlıyordu. Savcı bize “orası mayınlıdır, o yüzden size izin veremeyiz” dedi. Bizim mayınlara basıp gebermemizden değil, çocuklarımızın orada o yaz güneşinin altında çürümesi, kurdun, çakalın yemeği olması için izin vermiyordu. “Yav Savcı Bey” dedik, “bu çocuklar çatışmaya girdiler. Nerede görülmüş mayınlı bölgelerde çatışmanın çıktığını…” Savcı bize “elimdeki belgeler öyle demiyor. Tersini söylüyor”. O gün savcılığa gittiğimizde yanımızda Musto Sert vardı. Adı gibi sertti. Neyse, Musto Sert, savcıya “bu mayınları askerleriniz, bizim çocukları öldürdükten sonra kurmuşlardır. Niye, çünkü biz gidip oradan çocuklarımızı almayalım diye, bedenleri orada öyle çürüsün.” Savcı o an bize ana avrat sövdü. Memed, ben, Musto Sert ve Ayhan’la birlikte ve daha birkaç kişi toplandık, bir akşam. Ne yapalım, ne edelim, en sonunda şu karara vardık.

Kirvem, bu bildiğin kar kızakları var ya, işte ondan bir tane aldık, beraberinde götürdük.

Oğlum, düşman büyük bir bölgeyi değil, bizim şehit düşün çocuklarımızı yan yana dizip, etrafını yuvarlak bir halka/çeper gibi mayınlıyor. Biz düşmanın yöntemini daha önceden bildiğimiz için, buna bir çözüm geliştirdik. Neyse çocuklarımızın vurulduğu noktaya ulaştık. Ellerimizde aydınlanma aracı olarak fener var. Fenerle baktık çocuklarımızın etrafı ormanla kaplı, ortası düz ve ağaçsız bir alanda duruyorlar. Birimiz sanırım Memed’di.

Ape Memed;

– Evet, bendim.

Ape Muhtar;

– Ormanın etrafını dolaştı, öbür başa gitti. Biz 150 metrelik uzun bir ipin ucuna taş bağlayıp, Memed’e fırlattık. Artık öfkeden midir, kinimizden midir, kollarımıza öyle bir güç gelmiş ki, daha ilk atışta ipi Memed’e ulaştırmayı başardık. Memed Amcan, ipin ucunu tutunca, biz kızağı ipe bağladık. Memed kızağı çekti, aldı. Ben seslendim ipi kızağın ön (çekme) kısmındaki halkaya tak. Memed ipi halka taktı. Bizdeki ipin bir kısmını daha çekti. İp uzunlamasına iki haline getirdik. Derken Memed seslendi; “bu böyle olmaz”. “Neden” diye bağırdık. “İpi önce halkaya geçirmeden, karşılıklı iki ağacın etrafına geçirmeliyiz” dedi. Bize de mantıklı geldi. Memed, ipi sağlam bir ağacı arkasından bir kez doladı. Sonra ipin ucuna bağlı taşı bize attı. Kızağın halkasına ipi bağladı. Üzerine de epey ağır bir taş koydu. Biz çekmeye başladık. İlk seferde bir sorun çıkmadı. Kızağın halkasından ipi çıkartıp kızağı düzelttik, bu sefer Memed çekti. Yine herhangi bir patlama olmadı. Bu şekilde 15 dakika kızağı getirip götürdük. Bir şey çıkmayınca, artık risk aldık. Herkes kendisini gönüllü olarak önerdi. Ama hiç kimse beni kıramadı. Benim tek bir kızım vardı. Öleceksem onun yolunda öleyim diyordum. Tabi bir de hatun ölmüştü. O yüzden kimse pek sesini çıkartmadı.

Kızağın üstünden taşı aldım. Memed beni çekti, şehitlerimize, çocuklarımıza biraz daha yanaştıkça, nefessiz kalıyordum. Kendi kendime, oğlum Muhtar dik dur, sağlam ol, it oğlu itleri sevinmelerine, gülmelerine izin verme diyordum.

Vardım çocuklarımızın yanına, aman Allah’ım ne göreyim. Düşman çocuklarımızın ölüsünden korkmuş olacak ki, ölüye saygının binde birini göstermemiş. Aç çakallar gibi, çocuklarımızı parçalamışlar.

Altı çocuğumuz parçalanmış bedenlerinden habersiz öyle yatıyorlardı. Dördü erkek, iki kız, biri benim Guley’di. İkincisi Yukarı Dağlıca’dan Seydi’nin kızı Naze’ydi.

Ah oğlum, nasıl anlatsam bilmiyorum ki, feneri kızıma tuttum, ne göreyim. Göğüs kaburgaları kırılmış, memeleri kesilmiş, biri ağzında, biri de elindeydi. Zırlamaya başladım. Ağlama mı dersin değil, bir çeşit bağırma, haykırma, tuhaftı. Sonra feneri Seydi’nin kızı Naze’ye tuttum, kızıma yapılanların aynısı ona da yapılmış. Sonra diğer kirvelere tuttum, kulakları kesilmiş… Penisleri kesilmiş.

Kirvem, bağırdım, bunlar insan değil, bunlar insan değil, bunlar çakal, bunlar it oğlu itler, bunlar kurt, bunlar akbabalar, leş yiyiciler… İnsan olsalardı, bu düşmanın ölüsü olsa bile, bu alçaklığı, namussuzluğu yapamaz. İnsan olsalardı şehitlerimizin etrafını mayınlamazlardı, insan olsalardı şehitlerimizi yaz güneşinin altında çürüsün diye bırakmazlardı…

Ölülerimizi kızağa ikişer, ikişer bindirdim. Üç turda tamamladık. Ama kızak sürekli aynı çizgide gidip geliyordu. Bizim şansımız yaver gitti oğlum. Daha sonra bir kadın buraya, çocuklarımızın şehit olduğu yere hayvanlarını otlatmaya getirmiş, iki hayvanı mayından kaynaklı telef oldu.

Kirvem siz bu devleti yıkacaksınız. Biliyorum bu uzun bir mücadele ve büyük bir bedel isteyecek. Bu coğrafyada ancak bunu başarabilecek bir örgüt varsa o da sizsiniz kirve… Yeter ki İbrahim’in gösterdiği yolda ve onun düşüncesini kendinize rehber edin.

Ape Ayhan;

– Zaman epey ilerledi. Yarın erken kalkacağız. Ama kalkmadan önce kirveden, kirvelerin bazen etkinliklerde söyledikleri anonsu, hani “Kazanılacaksa Devrim” diye başlayan. Kirve söylesin, biz kirvenin her söylediğini tekrarlar öyle geceyi bitirelim. Tabi kirve ezbere biliyorsa!

Hüsen;

– Biliyorum bilmesine, ama bu saatte uygun düşer mi? Çünkü ayrılanlar, şimdiye çoktan yatmışlardır. Rahatsız etmeyelim mi?

Ape Ayhan;

– Oğlum gören de her gece söylüyoruz. Sen söyle biz tekrar ederiz söylediğini.

Ape Memed;

– Evet oğlum geceyi bu finalle bitirelim.

Hüsen’in artık pek bir şeyi kalmaz.

Hüsen;

– Başlıyorum.

(Üç ihtiyar birden “hadi”…)

Kazanılacaksa devrim/Kazanılacaksa devrim

Önderimiz İbrahim/Önderimiz İbrahim

İbrahim Kaypakkaya/İbrahim Kaypakkaya

Ardından yürüsün proletarya/Ardından yürüsün proletarya

Maoist güzergâhta/Maoist güzergâhta

Halk savaşıyla/Halk savaşıyla

İktidara/İktidara

İktidara/İktidara

İktidara/İktidara!

Ape Ayhan;

– Nefesine sağlık oğlum. Bunu yarın senden yazılı olarak istiyorum.

Herkes birbirine iyi geceler diler, ayrılırlar. Ziyafetin ilk günü böyle geçti.

Köy halkı uzun bir aradan sonra ilk kez bu kadar geç yatmıştı. Normalde sabah başlayacakları günün ilk üç saatini yemişlerdi. Ama yine de hiçbir şey olmamış gibi sabah erkenden kalktılar.

Görünürde, köydeki yaşam nasıl başlayıp bitiyorsa öyle görünüyordu. Çünkü hayat kaldığı yerden aynı renk ve uyumlulukla sürüyordu.

Sabah erkenden Ape Muhtar, Ape Memed’i bahçeyi sularken buldu.

Ape Muhtar;

– Ben şehre gidicem. Bir ihtiyacınız varsa onu öğrenmek için geldim.

Ape Memed elindeki su hortumunu arka (suyoluna) bırakarak, Ape Muhtar’a doğru ilerledi. Yanına vardığında “Nereye gidiyorsun? Tam anlayamadım” dedi.

Ape Muhtar;

– Şehre, varsa ihtiyacınız söyleyin.

Ape Memed;

– Sağolasın Muhtar, ben dün epey şey getirmiştim şehirden, bir ihtiyacımız yok.

Ape Muhtar başıyla peki anlamında salladı.

Ape Muhtar;

– O zaman görüşürüz.

Ape Memed;

– Görüşürüz.

Ape Muhtar bir iki adım atmadan Ape Memed seslendi; “Muhtar az kala unutuyordum. Bu günlük gazeteler var ya, onlardan, birkaç tane al. Hüsen kirve okuyordu.”

Ape Muhtar;

– Kirvem okuyacaksa, birkaç tane değil, 5-10 tane alırım.

Ape Memed;

– Abartma Muhtar, bir iki yeterli.

Ape Muhtar;

– Tamam, anladım.

Ape Muhtar ayrıldı. Minibüsü bekledi, çok geçmeden minibüs geldi.

Ape Memed, kaldığı yerden bahçeyi sulamaya devam etti. Bahçeye giriş kısmından “kimse yok mu?” sesi geldi. Ape Memed etrafına bakındı. Sonra ikinci kez “kimse yok mu?” sesini duydu. Sesin geldiği yöne doğru hızlı hızlı yürümeye başladı. Bahçenin giriş kapısında biri kadın biri erkek 30-35 yaşlarında şık giyimli iki kişiyi gördü. Ape Memed, şeklini şemalini bozmak istemese de yüzü pancar gibi kıpkırmızı oldu. Yüreği güm güm atmaya başladı. Zar zor; “Buyrun ne istemiştiniz?”

Yabancı (kadın) “Amca uygunsanız sizinle bir şey konuşmak istiyoruz” dedi.

Ape Memed;

– (Biraz kendisini toparlamış halde) tabi buyurun bahçede konuşalım.

Yabancı (erkek)- Yok amca sağol, size bir soru soracaktık.

Ape Memed;

– (Daha güvenle) Peki sorunuzu bekliyorum.

Yabancı (kadın);

– Biz buraya gezmeye/piknik yapmaya gelmiştik. Bir gün Peri Nehri’nde balık tutarken arkadaşlarımızdan biri dengesini kaybederek suya düştü. Suyun akıntı derecesi yüksek olduğu için, ne kendi çıkabildi, ne de biz yetişebildik.

Ape Memed meseleyi hemen anladı. Ama bunların Partizancı olduklarını nereden bilecekti? Alınlarında kirve ya da Partizan yazmıyor ya? Düşmanın buna benzer hain pusu ve taktiklerini hatırladı. Bir defasında 10-15 kişilik JİTEM grubu, köye gelmiş. “Ana Nayım mı Partizane” demişlerdi. Köy halkı dayanamamış, onlara evinin kapısını açmış, karınlarını doyurmuş, yolluklarını da vererek yollamışlardı. Bunun üzerinden, çok kısa bir süre sonra, jandarmalar köyü basıp çoluk çocuk demeden tüm köyü karakola taşıdılar. “Kirve”, “Partizancı”, “Oğlum ya da kızım” dedikleri kişiler, meğerse kirvelerine ya da oğul ve kızlarına kurşun sıkan cellatlarmış. Karakolda köyün kadınları biraz işkence gördükten sonra, bırakılmışlardı. Erkekler ise on gün işkenceye maruz kalmışlardı. Ape Memed, dün yaşamış gibi gözlerinde canlandırdı. Allaha sitem edişini de hatırlamak istemedi. Yabancılara kin, öfke düşmanlık duymaya başladı. Yüzü sertleşti.

Yabancı (kadın);

– Amca bir şey diyecek misin?

Ape Memed;

– Biz ne derede, ne nehirde böyle birine rastladık.

Yabancı (kadın);

– Ne yapalım, (üzüntülü) öyleyse gidelim.

Ape Memed düşmanın bu taktiğini tam boşa çıkartmak için “Umarım arkadaşınızı bulursunuz, Allah yardımcınız olsun” dedi. Yabancılar köyden ayrıldı. Ape Memed, bahçeyi, suyu unuttu. Hızlı adımlarla eve gitti. Odaya girdiğinde Hüsen’i gazeteleri okurken buldu. Telaşlı telaşlı “Az önce iki kişi geldi. Sözüm ona, bunlar buraya tatile gelmişler. Peri Suyu’nda balık tutarken arkadaşlarından biri dengesini kaybetmiş, suya düşmüş. Suyun akıntısı çok olduğu için, su arkadaşlarını alıp götürmüş. ‘Arkadaşımızı arıyoruz’ dediler. Ben de onlara, ne derede, ne nehirde kimseyi görmedik dedim. Onlar giderken ‘umarım arkadaşınızı bulursunuz’ dedim. Anlarsın ya kirve” dedi.

Ape Memed, yabancıların sıradan insanlar olmadıklarından adı gibi emindi. Sadece giyim ve kuşamlarına bakılırsa bu dahi görülebilirdi. Ape Memed, düşmanın buna benzer pusu ve taktiklerini anlattı Hüsen’e. Bu sefer, düşmanın bu taktik manevrasını boşa çıkarttığı için de kendisiyle gururlanmıştı. İçinden bir Partizan böyle olmalıdır, hazırlıksız olduğu bir anda bile, düşmana en olası ve en büyük darbeyi vurabilmeli, onun taktik saldırılarını boşa çıkartmalı dedi.

Ama her şey bitmedi daha, Hüsen’e herhangi olumsuz bir durum olduğunda alınması gerekli tedbirleri anlattı. Kızı Saadet’e seslenip tüm köy halkını acilen çağırmasını, evlerinde toplanması emrini verdi. Saadet, koşar adım çok kısa bir sürede tüm köyü toplayıp getirdi.

Ape Memed, olan biteni köylülere aktardı. Hemen toplanıp yeni kararlar alınması gerektiğinden söz etti. Öyle ki havada uçan kuşu bile kaçırmayacak önlem ve kararlar alacaktı. Saadet, uzun bir tartışmadan sonra, hakkında karara vardıkları maddeleri bir bildirgeyle açıkladı.

BİLDİRGE ŞÖYLEYDİ!

KİRVENİN GÜVENLİĞİNE İLİŞKİN ALİNAN TEDBİRLER

a) Köyün giriş ve çıkışları sabah 6:30, akşam 18:40 arasında nöbet tutulacak.

b) Her altı saatte bir nöbet değişimi olacak.

c) Akşamları bahçede verilen ziyafet yemeği kaldırılıp evde yenilecektir.

d) Akşam yemek saati, iki saat ileri alınmıştır.

e) Çok acil durumlar olmadıkça Memedlerin evine gidilmeyecek.

Bildirge açıklandıktan sonra, Mircan’ın oğlu Hakan, Ape Memed’e bir soru sordu; “Biz neden akşamları nöbet tutmuyoruz? Sadece gündüzleri tutuyoruz?”

Ape Memed;

– (Kendisini toparladı ve…) Oğlum düşmanımız korkaktır, acizdir. O akşamları cemselerle karakoldan gelmez. Partizancılardan korkar. Bilir onların nasıl savaşçı olduklarını. Düşman ancak akşamları helikopter ya da uçakla gelir. Bu yüzden biz yukarıdan gelen tehlikeye değil, yerden gelen tehlikeye karşı tedbirimizi alıyoruz. Anlaşıldı mı?

Hakan;

– Anlaşıldı.

Kararlar oy birliğiyle alındı. Bu fasıl bittikten sonra herkes dağıldı. Ape Memed, Hüsen’in odasına girip, kendisi için alınan güvenlik tedbirlerini anlattı. Ayrıca tehlikeli bir durum oluştuğunda, Hüsen’i hemen tehlikeli bölgeden çıkaracak ve güvenli bölgeye götürecek olan kişinin de Elif olduğunu söyledi.

Hüsen, bu sözleri duyunca, içinden-desene yandık ki ne yandık dedi. Ama Ape Memed’e ne olumlu, ne olumsuz bir şey demedi. Sadece köy halkının can güvenliğine ilişkin kaygılarını belirtti. Ve bu yüzden, gece gitmesine izin verilmesini söyledi. Ape Memed, kendileri için kaygılanmamasını öğütledi. Odadan ayrılırken;

Ape Memed;

– Daha birlikte yaşayacağımız güzel günlerimiz var. Oğlum, dün sen epey geç yattın. Biraz dinlen. Hiç kaygılanma. Biz sağ iken, sana bir şey olmaz.

Hüsen;

– Yok amca o konuda bir kaygım yok. Sadece sizin…

Ape Memed;

– Bizim için de kaygılanma.

Hüsen;

– Peki amca siz öyle diyorsanız öyle olsun. Ben biraz gazetelere bakar, uzanırım.

Ape Memed odadan çıktı. Hüsen olup biteni anlamaya çalışıyordu. Nihayet bir karara vardı. Sabah gelenlerin yoldaşları olduğunu ya da yoldaşların ayarladığı kişiler olduğuna ikna oldu. Ape Memed’e bu mesele hakkında hiçbir fikir beyan etmemişti. Ape Memed’in gösterdiği hassasiyet ve acı deneyimlerinden çıkardığı dersler karşısında ne denilebilirdi.

Sonra Ape Memed’in dediği gibi, alınlarında Partizan yazmıyordu ya. Ape Memed’in bu koruma ve sahiplenişine hayran kaldı. Kabul etseydi teşekkür etmekten başka bir şey demeyecekti.

Hüsen gazetelere baktı ve sonra uzandı. Elif odanın kapısını açtı. Baktı yarım Partizancık yatıyor. O an kendisi de anlam veremediği sol yanında bir sıcaklık hissetti. Hafif ter bastı. Sonra gözleriyle salonu gözden geçirdi, salon boştu, sessizlik hâkimdi. Oda kapısının eşiğinden içeri girdi, kapıyı kapadı. Bir ceylan gibi ayakları üzerinde seke seke yarım Partizancık’a doğru gitti. Kalp ritmi yükseldi. Kendisini zorlamasına rağmen nefes alışverişi rahatça duyulabilecek kadar geliyordu. İyice yaklaştıktan sonra, kendisinin bir katı eğildi. Artık tüm riskleri aldı, ne olacaksa olsundu. Yarım Partizancık’ı yanaklarından öptü. Geldiği gibi, bir ceylan gibi sekerek çıktı odadan.

Hüsen kendisini öpüp kaçanı gördü. Elif’ti bu. Hüsen telaşlandı. Biraz pencereden dışarıya/doğaya baktı. Sonra kalkıp elini-yüzünü yıkamaya gitti.

Elif salonda Hüsen’e rastladı.

Elif;

– Aa sen kalktın mı yarım Partizancık?

Hüsen;

– Kalktım. Ama neye yormalı bilmiyorum, seni gördüm rüyamda.

Elif;

– (Pişkinlikle) Nasıl gördün?

Hüsen;

– Tam bir cadıya benziyordun.

Elif;

– Hadi sende, yarım Partizancı. Sen ilkin yolda yürümeyi öğren, sonra rüyanda beni cadı olarak gör.

Hüsen;

– Hemen kızma rüyamda cadı değildin. Ben rüyamda uyuyordum, sen o vakit ayak parmakların üzerinde yürüyerek gelip beni öpüyordun.

Elif;

– (Pişkinlikle) Ben mi gelip seni öpüyordum, yok daha neler!!!

Hüsen;

– Neylersin bu bir rüya. Neyse ben elimi yüzümü yıkayayım.

Elif;

– Zeten ben de birazdan yarım Partizancının güvenliği için nöbet tutmaya gidecem.

(Yüzünde bir tatlılık vardı.)

Ana, Hüsen’in talebi üzerine öğlen yemeğinde kete yaptı. Yanında yayık ayranı doyum olmaz bir lezzetti Hüsen için öğle yemeği. Ape Memed, Ciran Ana’ya kuru bir kete yaptığı için kızsa da, Hüsen bu güzel sofra için ananın boynuna sarılıp, tombul yanaklarından öpmüştü. En son;

Hüsen;

– Yayık ayranıyla kete yemeği çok özlemişim. Eline sağlık güzel anam.

Ana;

– Ah oğlum, a güzel oğlum, eşek oğlum afiyet olsun ma. Sen iste ben sana daha neler yaparım neler!

Hüsen;

– Ana ben bu yemek yapma meselesinde sana yardım etmek istiyorum.

Ana sertçe “olma aa eşek oğlum” dedi.

Hüsen;

– Niye olmasın ana, ben de yardım ederim.

Ape Memed;

– Oğlum mutfak çok dar. Bırak bu işi onlara. Zaten sen şu an itibariyle, artık misafir sayılırsın. Sen oku, partiye yardımın dokunsun.

İlk nöbete çıkanlar, gönüllü olarak Saadet ve Ayhan Amca oldu. Saadet köyün giriş kısmını, Ape Ayhan çıkış kısmını tuttu.

Bu alınan kararlar sonrasında, Mircan Ana’nın sözlü aktardığı bir cümlede kabul edilmişti. O gün ziyafet verme sırası kimdeyse o nöbetten muaf tutulacaktı. Ama bu sadece yemekle ilgilenenler içindi. Örneğin Mircan Ana’nın oğlu Hakan nöbet tutacaktı. Kızı Meral hem yaşı küçük olduğundan, hem de annesine yardım ettiğinden onu muaf tuttular. Saadet nöbet yerini Elif’e Ayhan ise Ciran Ana’ya bıraktı. Saadet kapıdan içeri girerken, kendi odasına girmek üzere olan Hüsen’le karşılaşır.

Hüsen;

– Ya size verdiğim şu zahmeti ve rahatsızlığı görünce (kalbini göstererek) şuramda bir rahatsızlık duyuyorum. Umarım en kısa zamanda sona erer.

Saadet kendisini tutamayarak “Keşke sen hep burada kalsan da, biz de hep nöbet tutsak!” (Yüzü hafiften kızarır, Hüsen’e bakmadan banyoya doğru gider.)

Hüsen odasına girer. Saadet’in verdiği Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni isimli kitabı okur.

Saadet yemeğini, bulaşığını yıkar. Bu arada Ciran Ana, çayı demlemiştir. Saadet Hüsen’in kaldığı odaya yönelirken,

Ciran Ana;

– Kızım çay hazır, Hüsen’e çay götür. Birlikte için.

Saadet mutfakta çayları doldurur. Hüsen’in bardağına tam şeker atacakken, Hüsen’in çayı şekersiz içtiğini hatırlar. Son anda atmaz. Kendi bardağına şeker atıp karıştırır. Kaşığı suya tutup yerine koyar. O da gider.

Saadet;

– Müsait misin? Çay getirdim de.

Hüsen;

– Tabi ne demek. Buyur gel.

Saadet çayları odanın içindeki küçük masaya koydu. Hüsen kendisinin bardağını aldı. Hüsen Saadet’in müdahalesiyle karşılaşmadan ilk yudumu aldı.

Saadet;

– Şekerli olan benimdi. (Hafif gülümseyerek…)

Hüsen;

– İlk yudumu alırken fark ettim. Sen bunu dök, kendine yenisini doldur bence.

Saadet;

– Bir şey olmaz, içerim.

Hüsen pek ısrarcı olmaz. Saadet nöbeti anlatır. Gökyüzüne ilk kez bu kadar çok baktığını söyler. Kocaman bir mavilikten, kimi yerlerinde küme küme duman tabakaları olduğunu söyler.

Saadet;

– Rengârenk çiçekleri, binbir çeşit kuş türü göndüm. İnsanın yaşamına farklı anlam katıyorlar. O bu güzellik olmasa, insan kendisini çırılçıplak hisseder. İşte biz bu güzelliğin farkında olamıyoruz.

Hüsen;

– Bizim bir yoldaş vardı. Bu yoldaş uzun süre mahpus yatmış. Bilfiil bir 10 yıl kadar. Bir gün dışarıda yürürken, bana “düşman bizi sadece ailemizden, toplumumuzdan tecrit etmemiş (eliyle doğayı göstererek) işte, bu güzellikten de tecrit etmiş” dedi.

Saadet, insan da doğanın bir ürünü. Onun güzelliklerinden biridir. Hatta en iyisi, en güzelidir. Senin tarlalarda gördüğün rengârenk çiçeklerden daha güzeldir. Ama gel gör ki, özel mülkiyetin ve dolayısıyla sınıfların ortaya çıkışıyla birlikte, insanlığın bu doğal güzelliği bozulmuştur. Sadeliğini yitirmiş, kendisine yabancılaşması her çağ ve dönemde büyümüş ve derinleşmiştir.

Bizim mücadelemiz, savaşımız sadece özel mülkiyeti ortadan kaldırıp, sosyalist/toplumsal mülkiyeti kurmak değil. Bu bizim için veya sınıf mücadelesi için sadece bir duraktır. Bizim mücadelemiz insanlığın doğal güzelliğine, sadeliğine giden yolu açmaktır. Nihai amacımız bu. İnsan ancak doğal güzelliğini nihai amaca ulaştığında, yani komünist toplumda bulabilir.

Hüsen konuşmasını bitirir, biraz sessiz ortam oluşur, sonra Saadet

“ İki gündür çok düşündüm. Ben de seninle birlikte gelmek istiyorum. Ne dersin?” dedi.

Hüsen;

– Şimdi bir şey diyemem ki? Ama dünki geceyi gözümde canlandırdığımda, senin bizim müzik grubumuza katılman ne harika olur demekten kendimi alamıyorum. Sesin çok güzel. İnan ki TİKKO Marşını bugüne kadar senin kadar güzel okuyan birine rastlamadım. İstersen bu konuda sana yardımcı olabilirim.

Saadet;

– Ama ben… Benim düşüncem gerillaya katılmaktı.

Hüsen;

– Sana bir örnek vereyim, ben legal alanda faaliyet yürütüyordum. Ama benim yüreğim dağda atıyordu. Tüm hesaplarım, planlarım dağ üzerine. Partili bir yoldaş benimle görüşmeye geldiğinde sürekli bunu dillendiriyordum. En sonunda o yoldaş bana dedi ki; “yoldaş görev görevdir, sen şu an bulunduğun alandaki görevini küçümsüyorsun. Hatta bir iş, bir görev olarak görmüyorsun. Seni anlıyorum ama doğru değil. Parti sana ‘burada kal’ diyorsa, demek ki burada sana ihtiyacı vardır” demişti. Ben ondan sonra hep şu düşünceyle hareket ettim; Partinin bana nerede ihtiyacı varsa, Parti değil de ben talep etmişim gibi hareket et o alan için dedim.

Sevgili Saadet, dünkü, Peri Suyu gibi duru, kadife sesini duyduğumda tam da bizim müzik grubunun ihtiyaç duyabileceği nadide ses demiştim. Kaldı ki senin kalemin de kuvvetli, üzerinde dursan, daha güzel ürünler verirsin. Buna en az senin sesinin güzelliği kadar güveniyorum.

Ama, sen “yok, ben yine de seninle gelmek istiyorum” dersen birlikte gideriz. Partinin senin gibi fedakâr, özverili birine nerede olsa ihtiyacı olur. Şimdi bir şey söyleme, iki gün sonra yanıt ver.

İkinci nöbete çıkanlar da geldi. Vakit artık, akşam belirlenen yemek saati de geldi. Hüsen, Ape Memed, Saadet, bahçedeki sandalye ve masaları içeri aldılar. Ape Muhtar, o esnada elinde bir poşetle çıkageldi.

Ape Muhtar;

– Hanımdan öğrendim, sabah ben gittikten sonra hareketlilik olmuş. Gelenlere iyi cevap vermişsin. Kirve bu tavrını alkışlamıştır şimdi.

Ape Memed;

– Kirve sadece teşekkür etmeyi biliyor. Onun dışında ağzını açmadı!

Hüsen;

– Amca ben sizin güvenliğinizdeyim, sizin kararlarınız ne ise onlara uymak boynumun borcudur.

Ape Memed tam söze başlarken;

Ape Muhtar;

– Memed bundan daha iyi alkış…

Elif;

– Baba o yarım Partizancıdır, o yüzden.

Ape Memed;

– Kızım ayıp, dünden beri ‘yarım Partizancı’ deyip duruyorsun. Bak kızıyorum. Artık çocuk da değilsin, kocaman kızsın.

Elif;

– (Sessiz) Yarım Partizancı ne olacak…

Hüsen bunu duyar. “İçinden bu kız bana kafayı taktı. Hadi hayırlısı!” der.

(Devam Edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu