GüncelMakaleler

HALKIN GÜNDEMİ | Halkın İçinde Yeşerecek Umuda Tutunmak…

"Enkazın ardından acısı ve öfkesini yaşarken bir yandan da yaşama tutunma iradesini ortaya koyan halkın içinde yeşerecek umuda tutunduğumuzu söyleyebiliriz."

Gece

bir tabut gibi çöker omuzlarıma

bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar

hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

hasreti bir ben bilirim

Arkadaş Zekâi Özger’in “Hüzün Mevsimi” şiirinde geçen bu dizeler yıkıma uğrayan şehirlerin acısını özetler nitelikte. Elbette yaşanan bu yıkımın acısı cümlelere, satırlara sığacak gibi değil. Zihnimiz gördüğümüz, izlediğimiz ya da okuduğumuz şeylerde bir benzeştirme algısına da kapılsa benzersiz bir yıkıma, toplumsallaşan bir acıya tanıklık etmekteyiz. Enkazın ardından acısı ve öfkesini yaşarken bir yandan da yaşama tutunma iradesini ortaya koyan halkın içinde yeşerecek umuda tutunduğumuzu söyleyebiliriz.

Yaşanan yıkım ve acıyı anlamlandırmaya çalıştığımız günlerde bir yandan da halkın acılarını, yaralarını nasıl saracağımıza dair hızlıca atılan adımlarla birlikte dört bir yandan seferber olan arkadaşlarımız, dostlarımız ve yoldaşlarımızla bu sürecin doğrudan bir parçası olduk.

Daha öncesinde Evvel Temmuz Festivali vesilesiyle ilk kez gittiğim Antakya’yı büyük bir yıkım sonrası görmek beni epey kaygılandırıyordu. Amanos dağlarının arasından yükselen binlerce yıllık geçmişi olan kadim şehir, bu toprakların yıllarca çeşitli kültürden insana yaptığı ev sahipliği, gezinirken mutlaka denk geleceğiniz turunç ve zeytin ağaçlarının hayata tutunuşu… O döneme dair hatırladığım şey, festival çalışmaları kapsamında ziyaret ettiğimiz her evde, çaldığımız her kapıda başka illerden festival için gelen bizleri sıcak bir tebessümle karşılayan Antakyalılar, söz dönüp dolaşıp devletin ve AKP iktidarının politikalarına geldiğinde ise sözünü sakınmadan tartışmalar yürütmeleri. Acı kahvesini içirmeden bırakmayan kadınlarla kurduğumuz derin sohbetler hala ilk günkü gibi sıcaklığını hissettiren en akılda kalıcı şeylerden biriydi. 10 Temmuz 2013’te katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın ölümünün ikinci yılında mezar anmasına denk gelmiştik. Mezar başında yakılan bahuru ilk orada görmüş, Arap alevilerinin dini ritüellerine orada tanıklık etmiştim.

Sekiz yıl önce Evvel Temmuz Festival çalışmaları için büyük bir heyecanla yola çıkmıştım. Aradan geçen bunca zaman sonra büyük bir yıkımı yaşayan Antakya’ya giderken içimde bir burukluk ve tarifsiz bir acı vardı. Gece geç saatlerde vardığımızda çok etrafa bakamamıştım. Yıkım sonrası ilk günlerde Antakya’ya gelen arkadaşlarımın anlattıkları zihnimin bir yanında dururken, gündüz merkeze indiğimizde yıkımın ne denli büyük olduğunu ancak o zaman anlamlandırabildim. Ali İsmail Korkmaz’ın mezarının olduğu Ekinci Mezarlığı’na deprem sonrası onlarca cenazenin defnedildiğini öğrendim. Benim için dahi kabullenmek çok zor iken her gün bu sokaklarda gezinen, evinde, bahçesinde yılların hatırasını biriktiren insanların her şeyleri saniyeler içerisinde tuzla buz oldu. Geriye ise sadece hatıraları kaldı.

Antakya’ya depremin 1. ayını karşılarken ulaşmıştık. Cenazeleri olan halk ölülerinin yasını tutarken 40. günlerinde mezar başına dini vecibeleri yerine getirmek için gittiklerini öğrendik. Biz de Defne’de bulunduğumuz köyde kadınlarla birlikte mezarlığa giderek mezar başında bahur yakan kadınların yas ve acısına ortak olduk. Bir gün sonrası Samandağlı Kadınlar’ın yıkımda yaşamlarını yitiren çocukları, yakınlarının 40. günü üzerinden yapılan eylemin çağrısını görmemizin ardından Samandağ’a yola çıktık. Buluşma yeri yıkıntıların tam ortasındaki bir cadde üzeriydi. Kadınlar ellerindeki reyhanları dağıtmasıyla yürüyüş başladı. Yürüyüş en çok yıkımın olduğu Samandağ’ın mahallelerinde ara sokaklarından devam ediyordu. Bir yandan reyhan dalını havaya kaldıran kadınlar bir yandan gözyaşlarıyla acı ve öfkesini yaşıyordu. En önde yürüyen acılı bir annenin 3 çocuğunu kaybettiğini öğrendik. Ara sokaklarda enkazların arasından yürürken çocuklarının ismini haykırıyordu. Samandağlı kadınlar acılı annenin haykırışına “Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok!”, “Ma’rıhne nıhne hön!*” sloganıyla eşlik ediyordu. Günlerdir boğazımda düğümlenen tanımsız acıyı, kadınların yükselttiği haykırışına bıraktım. Megafonla slogan attıran görevli arkadaşların inisiyatifini, sesi kısılıncaya denk en yüksek sesiyle “Hakkımızı helal etmiyoruz, Ma’rıhne nıhne hön!” sloganını haykıran kadınlar almıştı. Yürüyüş boyunca kadınların elden ele bahuru dolaştırması, reyhanları olabildiğince yukarıya kaldırarak sloganları aksatmadan hep bir ağızdan yükseltmesiyle boğazda düğümlenen acının, öfkeye ve isyana nasıl dönüştüğüne tanıklık ediyorduk.

Yıkımın yarattığı yoksunluğun üstesinden nasıl geleceğimize dair attığımız ilk adım ve sonrasında gelişen dayanışma çalışmalarıyla birlikte karşılaşılan sorunlara dair devrimci yol ve yöntemlerimizi yaşama geçirmeyi hedeflemekteyiz. Bulunduğumuz yerin ihtiyaçları, sorunları üzerinden ördüğümüz dayanışma çalışmalarını bölgedeki halkın en küçüğünden en büyüğüne birlikte söz üretip birlikte yaşama geçirmeye çalışıyoruz. Defne’de yaşama geçirmeye çalıştığımız dayanışma elbette ki salt dayanışma üzerinden şekillenmiyor. Tam da buradan hareketle bulunduğumuz her çalışmayı devrimci yol ve yöntemlerle ele almanın sorumluluğu üzerimizde iken, 7 yaşındaki bir çocuktan 70 yaşındaki bir teyzeye kadar güven vereceğimiz bir politikayı yaşama geçirme iddiamız için çabalıyoruz.

Dayanışma çalışmalarının bizim dışımızdaki yerlerde nasıl ele alındığını kısmen gözlemleme fırsatım oldu. Dayanışma malzemelerinin toplandığı büyük dağıtım yerlerinde, depremzedelerle dağıtım yeri arasına kurulan bariyerler, sürgülü demir kapılar oldukça dikkatimi çekmişti.

Yıkımda her şeyi yerle bir olan bir kesimin ihtiyacına yanıt olmak için gönüllü bir dayanışma kuruyor isek ya da zaten nerede bir ezilen varsa sorumluluğumuz gereği oradaysak devrimci yol ve yöntemlerimizi yaşama geçirmek de bizim bir sorumluluğumuzdu. AFAD ve benzeri devlete bağlı kuruluşların böyle bir yönteme başvurması elbette şaşırtıcı değil. Yokluk yaşayan binlerce insanı sırayla hizaya sokan zihniyet depremzedelerin ihtiyacını ötekileştirerek, onur kırıcı davranışlarla karşılarken ya da karşılayamazken depremzedelerle yardım üzerinden biat politikasını yaşama geçirmekte.

İlerici demokratik kurumların dayanışmayı ele alma biçimini de devletin biat politikalarına karşı olduğu durumda alternatif bir dayanışmayı örmenin yol ve yöntemlerini örmenin de sorumluluğunu taşımakta. Depremzede halkı yardım dağıtırken dahi ötekileştiren bir zihniyete karşı ancak güçlü bir politikayla ezilenlerin yeniyi inşa etme iddiasını yaşama geçirmenin adımlarını atabileceğimizi düşünüyorum.

(*Gitmedik, buradayız!)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu