DerlediklerimizGüncel

Hülya Osmanağaoğlu I Seçimler, restorasyon ve feminist hareket

"Ucuz emek olmaya, ailenin ve heteroseksizmin baskılarına, erkek şiddetine karşı, bu topraklarda yaşayan  farklı etnisitelerden, inançlardan, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden, siyasal çizgilerden kadınlar, Amed’de, İstanbul’da, Ankara’da ve onlarca kentte yapılan kadın buluşmalarında, kadın işçilerin direnişlerinde,  25 Kasımlarda ve feminist gece yürüyüşlerinde yükselen isyan ve dayanışma ile burjuva patriyarkal restorasyonun sınırlarına dün olduğu gibi bugün de sığmayacaktır"

14 Mayıs seçimlerine giderken düzen partilerinin yaptığı ittifak pazarlıklarının hepsinin merkezine kadınların özgürlük mücadelesinin konduğunu gördük. 2023 başında AKP-MHP ittifakının kadınlara başörtüsünü güvenceye almak bahanesiyle Meclis’e getirmeye hazırlandığı anayasa değişikliğinde, kadınların aileye bağımlılıkları güçlendirilmeye çalışılırken LGBTİ+’ların payına tümüyle yeraltına inmenin dayatılacağı görülüyordu.

Çok belliydi ki AKP deprem olmasaydı seçim sürecini büyük oranda bu anayasa değişikliği üzerinden örgütleyecekti. Aynı dönemde Ahmet Davutoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına onay vermek için ön şart olarak söz konusu anayasa değişikliğine evet verilmesini dayattığı basına yansıdı.

Deprem ile birlikte enkazın altında kalan AKP-MHP iktidarı, İslamcı ve faşist tüm güçlerle safları sıklaştırarak seçime hazırlanmaya başladı. Fatih Erbakan’ın seçim ittifakı için 6284’ün kaldırılması ve LGBTİ+ derneklerinin yasaklanması şartının kabul edilmesi hiç de şaşırtıcı olmazken, ittifaka HÜDA-PAR’ın da dâhil edilmesi, özellikle Kürdistan için, paramiliter güçlere dayalı bir saldırının hazırlığının yapıldığını gösterdi. HÜDA-PAR, ki esas adıyla Hizbullah’ın, Kürdistan’da, özellikle 90’larda, dinci baskı ile kadınlara yönelik baltalı ve kezzaplı saldırıları hatırlarda. Şu anda da HÜDA-PAR’ın programında kız ve erkek çocukların karma eğitim görmesinin yasaklanmasından başlayarak tüm kadın düşmanı politikaları bulmak mümkün.

Millet İttifakı’na gelince ise ortak seçim deklarasyonuna Saadet Partisi’nin itirazı nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş maddesinin koyulmadığını gördük. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olduktan sonra twitterdan kadınlara yönelik yaptığı konuşmada[i] ise, son iki yıldır dilinden düşürmediği İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş vaadinin “kadınların kazanımlarını koruyacağız” cümlesiyle belirsizleştirildiğini fark ettik. Milyonlarca genç kadın aile baskısı ve şiddeti altında ayakta kalmaya çalışırken, genç kadınlara ilişkin olarak gündeme gelen yegâne vaadin, başörtüleriyle kamusal hayata katılmalarının engellenmeyeceğinin olması, söz konusu.

Hiç kuşkusuz, ev dışında ücretli emek gücüne katılma olanağına sahip olmayan kadınlara sosyal güvence verme taahhüdü önemli. Ancak her kadına ücretli emek gücüne katılmak istediği andan itibaren, iş bulamazsa prim gün sayısına bakılmaksızın işsizlik maaşı verilmesi yerine,  bir tür vatandaşlık geliri hakkının sadece evli ve boşanmış kadınlara verilecek olması, genç kadınların ailelerden bağımsızlaşması yönünde hiçbir adımın atılmayacağının göstergesi oldu. Kılıçdaroğlu’nun öngördüğü sosyal politikalar özünde patriyarkanın mevcut aile yapısını aşındırma eğilimi taşımıyor. Yine hiç kuşku yok ki kreş sayısını artırmaktan bahsetmesi önemli. Ancak kadın istihdamını artırma önerisi olarak, kadın girişimciliğin destekleneceğini ve kadınların ücretli emek gücüne daha çok katılmasını sağlamak için işverenlere teşvik verileceğini söylemesi, kadın istihdamını artırma politikaları konusunda AKP’nin 2000’lerin ilk on yılında, ‘aile ve iş yaşamını uyumlaştırma’ başlığı ile sunduğu programdan pek de uzaklaşılmadığını ortaya koyuyor.

O yıllarda AKP’de sistematik olarak kadınları ucuz emek haline getirerek ve kayıt dışılığa hukuksal koruma sağlayarak sermaye lehine düzenlemelerle kadın istihdamını artırmayı hedeflediğini söylüyordu. Kadın girişimciliğin desteklenmesi diye mikro kredi programlarıyla kadınların sermayeye tümüyle borçlandırılarak yoksulluklarının derinleştirilmesi de yine aynı dönemin AKP politikalarıydı. Kılıçdaroğlu’nun da kadın erkek 50 kişi çalışan her işyerine kreş zorunluluğu, erkeklere 6 ay ebeveyn izni gibi, kadınların çocuk bakımının yegâne sorumlusu olarak görülmediği, patriyarkayı aşındıracak politikalar yerine, aynı AKP gibi neoliberalizmle uyumlu bir makyaj siyaseti öngördüğü anlaşılıyor.

Kadın erkek eşitliği adına kendi aday listelerinde ya da kamu kurumlarının yönetim kademelerinde eşit temsilden bahsetmezken, şirketlerin yönetim kademelerinde kadınların yer alması için yine sermayeye teşvik verileceğini taahhüt ediyor. Kadın işçi sınıfı ve/veya milyonlarca yoksul kadın açısından en acil müjdenin, Ömer Koçlar ya da Tuncay Özilhanlar yerine Güler Sabancılar, Ümit Boynerler ya da Sanem Dikmenler tarafından sömürülmek için, asgari ücretlerinden kesilen vergilerin yine sermayeye teşvik olarak geri dönmesi olacağı, düşünülüyor belli ki.

Gelinen noktada AKP rejimin kadınlara yönelik siyasetinde Taliban politikalarının rahatça gündeme geliyor olması, CHP’nin AKP’nin 15 yıl önceki neoliberalizm-patriyarka ittifakına dayalı politikalarından çok az ileri giderek kadınların kurtarıcısı rolüne soyunmasını mümkün kılıyor. CHP’nin yeni dönemdeki sermaye lehine restorasyon programının kadınlara yönelik ayağında çok belirgin biçimde, kadın yoksulluğunu sürdürülebilir kılan sınırlı sosyal politikalara eşlik edecek afaki bir kadın erkek eşitliği ve laiklik güvencesinin söz konusu olacağı görülüyor.

Restorasyonun sol ve kadınlar ayağı mı?

83 seçimleriyle 12 Eylül’ün asker yüzü geriye çekilirken Özal iktidarı işçi ve sosyalizm düşmanı 12 Eylül politikalarını aynen devam ettiriyordu. 1 Mayıs yasakları, grevleri nerdeyse imkânsız kılan sistem, örgütlenme özgürlüğünün ve sosyalist hareketin üstündeki baskıların aynı şekilde devamı, Özal yıllarının özetiydi. 80’lerin sonunda yükselen işçi ve gençlik hareketinin yanı sıra gündemi belirleyen Kürt özgürlük mücadelesi, 12 Eylül’ün sınırlarını zorlarken 80’lerin ortasından itibaren feminist hareket de kolektif siyasal özne olarak toplumsal mücadelenin bileşeni haline gelmişti. TBKP önderlerinin yasal parti kurmak için Türkiye’ye dönüşlerinde karşı karşıya kaldıkları işkence ve tutukluluk bile, sosyalizm adına parlamenter siyasetin, SHP içinde ‘insan hakları müfrezeleri’ne ve Aydınlık çizgisinin o dönemki partisi olan Sosyalist Parti ile sınırlandırılmış bir 12 Eylül restorasyonuyla karşı karşıya olunduğunu gösteriyordu.

90’lara gelindiğinde Kürt özgürlük mücadelesinin kirli savaş ile bastırılmaya çalışıldığı, devrimci sosyalistlerin payına gözaltında kayıplar ve işkencelerin düşmeye devam ettiği dönemde, 141-142’nin de kalkmış olmasıyla hızlanan açık alandaki sosyalist birlik süreçleri en önemli ve kitlesel temsilini ÖDP’de buldu. ÖDP’nin  –içindeki itirazlara rağmen-  28 Şubat karşısındaki hayırhah tutumu ve Kürt özgürlük hareketinden ayrı durma siyaseti, sistemin sınırlarını zorlamazken, dönemin ağır baskı koşullarının perdelenmesini ve devrimci hareketin marjinalleştiği yanılsamasının yayılmasını mümkün kıldı.

Devrimci harekete yönelik 19 Aralık katliamı da bu sürecin sonunda yaşandı. 80’lerin sonunda hapishanelere yönelik 1 Ağustos genelgesine karşı siyahlar giyerek eylem yapan ve bir kısmı tutuklanan feministler, 94’te Kürt halkına karşı yürütülen savaşa karşı ‘Arkadaşıma Dokunma’ eylemleri yapıyordu. 19 Aralık katliamı öncesinde ve sonrasında ise F tiplerine karşı ölüm orucuyla direnen devrimcilerin seslerinin ve sözlerinin duyulması için bir yıldan uzun bir süre, her cumartesi siyasi tutsaklara kart atma eylemi örgütlenmişti. İlk kez 1997 8 Mart’ında Pazartesi dergisindeki feministlerin çağrısıyla sosyalist kadınların, işçi sınıfından kadınların ve Kürt kadın örgütlenmelerinin bir araya gelmesi, bugünlerde Kadınlar Birlikte Güçlü’de cisimleşen sistematik yan yana gelişin temelini atmıştı.

2001 krizinden sonra sermayeden ve ABD’den onay alan AKP iktidara gelirken, ideolojik ve siyasi meşruiyetini sol liberalizm rüzgârını da arkasına alarak sağlıyordu. Tüm kamusal hizmetlerin ve kamu fabrikalarının özelleştirilmesi, işçi sınıfının bölüşümden aldığı payın hızla düşmesi, ‘İslam’ın özündeki demokrasiyi’ bulma arayışları, toplumsal çelişkilerin asker sivil bürokrasi- dindar halk ikiliğine indirgenmesi, sol liberalizmin AKP iktidarıyla başlayan yeni burjuva restorasyonunda üstlendiği roldü.

Her daim devletin temellerini koruma refleksiyle çatışan Kürt siyasetinin 2007’de parlamentoya girmesi, başta Kürt halkı ve kadın hareketi olmak üzere tüm emekçilerin ve ezilenlerin seslerinin parlamentoya taşınmasını mümkün kıldı. Parlamentoda kadın mücadelesinin/feminist mücadelenin sesi 2007’den itibaren, lobicilik yıllarını geride bırakarak, Kürt kadın hareketinden arkadaşlarımız aracılığıyla doğrudan dile geldi.

Feminist hareketin önemli bir bölümü, kimlik siyasetinin hegemonyasına karşı, neoliberalizm patriyarka işbirliğine hayır dedi, Kürt kadın hareketi ile birlikte barış mücadelesinin öznesi olurken, AKP’nin aileyi koruma politikalarına karşı aile dışında hayat var deyip, artan erkek şiddeti karşısında kadın cinayetleri ve trans cinayetleri politiktir, dedi. 2015’e uzanan süreçte sol liberalizmin AKP yedeğinde, Kürt hareketini sistem içine çekme ve ezilenlerle bağlarını koparma siyaseti sonuç vermediğinde, barış masası devrildi ve tüm özgürlük mücadelelerine yönelik saldırı siyaseti özellikle darbe süreci sonrasında hayata geçirildi ve baskılardan AKP’ye tümüyle biat etmeyen liberaller de payını aldı.

HDP’nin tüm toplumsal muhalefetin ve özgürlük mücadelelerinin parlamentoda ve sokaklarda sözcüsü haline gelmesi, 2019 yerel seçimlerindeki belirleyici pozisyonu, AKP sonrasına yönelik burjuva restorasyonu açısından devletin kuruluş temellerine uygun bulunamazdı.

Millet ittifakında cisimleşen restorasyon siyasetiyle sermaye ve devlet aklı, sınıf mücadelesinden tümüyle kopuk bir yoksulluktan kurtulma siyaseti, grev ve sendikal hakları gündeme almayan bir örgütlenme özgürlüğü vaadi, temel hak ve özgürlükleri laikliğe hapseden –ama bir yandan da siyasal İslam’ı doğrudan karşısına almayan- bir ajitasyon, kadınların esas olarak aile içinde konumlandırmaya devam eden bir kadın kazanımlarına dokunmama yaklaşımı ve milliyetçiliği temel alan bir ideolojik yapılanmayla yeni bir toplumsal inşaya hazırlanıyor.

HDP’nin parlamentonun üçüncü büyük partisi olmasına rağmen her daim devletin temellerinin ve sermayenin çıkarlarının, yani bir bütün halinde sistemin, karşısında kalmaktaki kararlılığı, farklı sol/sosyalist güçlere restorasyon sürecinde – hiç kuşkusuz söz konusu sosyalist güçlerin niyetlerinden bağımsız- rol biçilmesini mümkün/gerekli kıldı. Bir sol partinin genel başkanı olarak bilinen bir sosyalistin belediye başkanı adaylığıyla ilk adım atıldı, ilk deneme yapıldı.

Sonrasında CHP ile sıcak ilişkiler kuran, laikliği merkeze alan, Çanakkale ‘Zaferi’ ile 29 Ekim kutlayan, sosyalist örgütlenme ve eylemi AKP’nin talan politikasına karşı parlamentoda yükseltilecek sesle sınırlayan, yıllardır parlamentoda kadınların mücadelesinin sözünü dile getiren feministlerin ve Kürt kadın hareketinin varlığını yok sayarak Meclis’i bıyıklı zengin erkeklere bırakmamaktan bahseden,  bir sosyalizmin/solun güçlenmesi restorasyon sürecinin ön adımlarından biri haline gelmiş görünüyor. Seçim sonrasında muhtemel Millet İttifakı iktidarında muhalefeti, sokaktaki ve fabrikalardaki grev dalgaları ile değil, Meclis kürsüsünde yapmayı taahhüt eden, işçi sınıfından değil ‘yurttaşlar’dan  bahseden bir sosyalizm anlayışının gelecek dönemde solun temsilcisi olmasının umut edildiği görünüyor.

Feminist hareket/kadın hareketi açısından ise İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş, laiklik güvencesi ve seçim adaylıklarında eşit temsili, yeni dönemin ön adımları olarak yeterli gören ve esas olarak –niyeyse sadece- Millet İttifakı’nı muhatap alan, kadın hakları savunuculuğu çizgisi öne çıkıyor.

Kılıçdaroğlu’nun bir yıl öncekinden çok daha geri bir politik taahhüt listesiyle sosyal medyada kadınların karşısına çıkması da bununla ilintili. Oysa feminist gece yürüyüşlerinde cisimleşen mücadele, patriyarkanın sınırlarını zorlamayan bir restorasyona –mesela 2000’lerin ilk on yılında kimlik siyasetine sıkıştırılmaya direnmesi gibi- dün olduğu gibi bugün de karşı olmaya devam ediyor.

Ucuz emek olmaya, ailenin ve heteroseksizmin baskılarına, erkek şiddetine karşı, bu topraklarda yaşayan  farklı etnisitelerden, inançlardan, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden, siyasal çizgilerden kadınlar, Amed’de, İstanbul’da, Ankara’da ve onlarca kentte yapılan kadın buluşmalarında, kadın işçilerin direnişlerinde,  25 Kasımlarda ve feminist gece yürüyüşlerinde yükselen isyan ve dayanışma ile burjuva patriyarkal restorasyonun sınırlarına dün olduğu gibi bugün de sığmayacaktır. Önce AKP devrilip patriyarkanın gücü aşındırılırken sistem dışı bir feminizm kendini örgütlemeye devam edecektir.

Kaynak: Bu yazı Jin Dergi Kadın Eki’nden alınmıştır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu