GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Yepyeni Bir Hayat Gelir Bizde ve Her Yerde”, 1 MAYIS’TA ALANLARA!

Yeşil Sol Parti’nin adaylarının desteklenmesi çağrımız, bu parti listelerinden aday gösterilen kimi liberal şahsiyetlerin politik duruşu ve “yeni süreçte görev” almalarıyla ilgili değildir.

1 Mayıs 2023’e kısa bir zaman kala gündem 14 Mayıs seçimi olmayı sürdürüyor. Bu durum siyasetin genel seyri içinde belli bir tutarlık taşımakla birlikte, enternasyonal proletaryanın birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 1 Mayıs’ın temel ruhuna uygun bir konumlanış içinde olmak önemlidir. 1 Mayıs sadece ve sadece 1 Mayıs’a özgülenen bir günden ibaret olmadığı gibi bu gün bir zamanlar 12 Eylül faşist cuntasının “bahar ve piknik bayramı” olarak propaganda ettiği bir bayram günü de değildir.

Ezilen ve sömürülen bir sınıf olarak enternasyonal proletaryanın birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Enternasyonal proletaryanın kendisine dayatılan çalışma ve yaşam koşullarına karşı mücadele etme ve kendi gücünü dosta düşmana gösterme günüdür. Onu alelade bir bayram gününden ayıran ve kızıl yapan da bu özelliğidir.

Bu anlamıyla önümüzdeki 2023 1 Mayıs’ı Türk hakim sınıflarının seçim gündeminde kullanışlı bir propaganda aracı olmaktan öte bir anlam taşır. Resmi protokol, 1 Mayıs günü, 1 Mayıs’ı “bayram ve tatil” ilan ettiğini propaganda ederken, milyonlarca işçiyi ağır çalışma koşulları altında asgari ücrete ve daha altına mahkum ettiğini, sömürü oranının hiç olmadığı kadar arttığını ve dahası binlerce işçinin “iş kazası” adı altında katledildiği gerçeğini gizleyecektir.

Bu bir sınıf tavrıdır ve AKP-MHP iktidarının temsil ettiği hakim sınıfların sınıfsal çıkarlarına uygun bir konumlamıştır.

Öte yandan14 Mayıs seçimi öngünlerinde hakim sınıfların iktidar mücadelesinde muhalefetteki burjuva kliğin temsilcisi partilerin ve özellikle de faşist CHP’nin 1 Mayıs’ı kendi iktidar mücadelesinde bir araç olarak kullanmasına karşı da uyanık olunmalıdır. CHP’nin işçi sınıfının ve emekçi halkın temsilcisi bir parti olmadığı, dahası işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde bir sınıf diktatörlüğü olan TC faşizminin kurucusu bir parti olduğu, resmi ideolojisi Kemalizm’in azılı bir işçi ve emekçi düşmanı faşist bir ideoloji olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

Şimdilerde muhalefette olan ve 14 Mayıs’ta yeniden iktidar olma hayali kuran CHP ve onun önderlik ettiği Millet İttifakı’nın işçi sınıfının ve emekçi halkın yaşam ve çalışma koşullarına temelde bir itirazı yoktur. Bu gerçek orta yerde dururken, 1 Mayıs kürsülerinin CHP’nin sözcülerine açılması ve dahası 1 Mayıs’ın sadece AKP-MHP’nin değil CHP’nin de temsilcisi olduğu hakim sınıflara karşı bir mücadele günü olduğu, sarı sendika bürokratlarının koltuk sevdasının yanında esas olarak sınıf işbirlikçisi çizgileriyle açıklanabilir ancak.

6 Şubat ve sonrasında gerçekleşen depremlerin, yüzüncü yılını kutlayan ve ikinci yüzyılına hazırlanan Türk hakim sınıflarının cumhuriyet rejimi ve onların devleti aracılığıyla on binlerce kişinin göz göre katledildiği toplu bir katliama dönüştürülmesi gerçeğinden de yaşayarak deneyimlediğimiz üzere, iktidarı ve muhalefetiyle bütün hakim sınıf partilerinin asıl amacı, kurulu düzenin aksamadan sürdürülmesidir.

AKP-MHP iktidarı eliyle işçi sınıfı ve emekçi halka yaşatılan ağır ekonomik krizin üstüne gelen ve toplu bir katliama dönüşen depremin, geniş kitlelerde yarattığı öfke ve tepki, sandık yoluyla düzen içinde tutulmak istenmektedir.

14 Mayıs seçimleri vesilesiyle 1 Mayıs’ın özünü oluşturan, onun bir mücadele günü olması esprisi de “sandık mücadelesi” içine hapsedilerek gerçek özünden kopartılmak, deyim yerindeyse 1 Mayıs ehlileştirilip sıradan bir seçim malzemesi olarak kullanılması hedeflenmektedir. 1 Mayıs’ın hakim sınıfların iktidar mücadelesinde kullanışlı bir aparat olarak ele alınması, dahası ehlileştirilemesi, sınıflar ve sömürü var olduğu müddetçe imkansızdır.

1 Mayıs’ın bahar bayramı olarak kutlanmasından şimdilerde onu AKP-MHP iktidarına karşı seçim mücadelesinin bir aracı olarak kullanmaya kadar bütün çabaların karşısında; “günlerin getirdiği baskı, zulüm ve kansa, bunun böyle gitmeyeceği, yeni bir hayatın geleceği” ve bunun da ancak ve ancak bir bütün olarak düzene karşı mücadeleyle olacağı açıktır.

Dolayısıyla muhalefetteki burjuva kliğin 14 Mayıs seçimleriyle, baskının, sömürünün, zulmün biteceği, sömürünün olmayacağı, “yeni baharlar geleceği” iddiası büyük bir yalandır. Açıktır ki işçi sınıfı ve emekçi halk için “yeni baharlar” sandıkla ve parlamento ile değil mücadeleyle gelecektir. Bu gerçeği ifade etmek, hakim sınıflar arasında iki gerici kliğin iktidar mücadelesini ve seçim gibi bir gündemi yok saymak değildir.

“Yok birbirlerinden farkları” deyip, yaşananlara kayıtsız kalmak ve dahası “devrimci” siyaset adına kitlelerin içinde bulunduğu durumu ve taleplerini görmezden gelmek, anı ıskalayacağı gibi özgür geleceği kazanma mücadelesinde, bu çizgi sahiplerini tarih dışına düşürecektir.

İki gerici klik arasındaki mücadeleye duyarsız kalmamak!

Türkiye gibi emperyalist sermayenin tahakkümünde olan ve faşizmle yönetilen bir ülkede, demokratik halk devrimi mücadelesinde, her olanak ve imkan bu mücadeleyi güçlendirmek, yeni mevziler kazanmak için kullanılmalıdır.

Yasal olanaklar başta olmak üzere seçimler ve parlamentodan yararlanma siyaseti, komünistler açısından yıllar önce yapılmış ve tüketilmiş bir tartışmadır.

Hal böyleyken halk saflarında olan kimi çevrelerin, 14 Mayıs seçim sonuçlarıyla düzenin değişeceğini propaganda etmeleri, iflah olmaz reformizm olarak değerlendirilmelidir. 14 Mayıs seçimlerini demokratik halk devrimi mücadelesinde bir olanak olarak kullanmak ile bu seçimi muhalif burjuva kliğin adayı olan ve düzeni restore edeceğini açık açık söyleyen bir kişiyi “bir oy Kemal’e…” çağrısı yaparak desteklemek ve böylece “düzenin değişeceği” propagandası yapmak arasında kabul etmek gerekir ki kesin bir karşıtlık vardır.

14 Mayıs seçimi vesilesiyle gerek hakim sınıfların temsilcisi ve gerekse de halk saflarında olan parti ve çevrelerin yaklaşımları netleşmiş durumdadır. Hakim sınıfların iki gerici kliği, kendi aralarında kurdukları ittifaklarla seçime girerken halk saflarında olan parti ve örgütlerin farklı ittifaklar ve politik tutumlar aldıklarına tanık olmaktayız. Genel eğilimin AKP-MHP faşist iktidarı ve “tek adam rejimi” karşısında burjuva muhalefetin adayını açıktan ya da üstü örtülü olarak desteklemek olduğu görülmektedir.

Özellikle hakim sınıf partilerinin karşısında üçüncü bir ittifak olarak şekillenmiş olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın aday çıkarmayarak, üstü kapalı bir şekilde burjuva muhalefetin adayını destekleme tavrı, CHP lideri ve Millet İttifakı’nın adayının TC rejiminin 13. Cumhurbaşkanı olma şansını artırmış görünmektedir.

Bu durumda AKP-MHP iktidarının yıpranmışlığının yanında, önce pandemi ve ardından ekonomik krizin derinleşen etkisinin kitleler üzerinde yarattığı tepkinin payı vardır. Depremle yaşanan katliam tablosu geniş halk kitlelerinin iktidara yönelik bu tepkisini daha da artırmış durumdadır.

“Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana” söyleminin çarşı ve pazarda geniş halk kitlelerinin günlük yaşamında somut bir gerçeklik olarak yaşanıyor olması, burjuva muhalefetin iktidar umutlarını artırmıştır.

Burjuva muhalefetin hedefinin AKP-MHP iktidarında somutlanan “tek adam rejimi” yerine, rejimin yıpranan ve aksayan kimi yönlerini revize ederek, cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlandıkları bir sır değildir. Millet İttifakı’nın TC’yi restore etme ve cumhuriyetlerinin ikinci yüzyıllarına daha güçlü girme hedefinden, “demokrasi” çıkmayacağı açıktır. Yüzyıllık cumhuriyet tarihinde bunun fazlasıyla örneği vardır.

Nitekim faşist TC faşizmi tarafından katledilişinin 50. yıldönümü içinde olduğumuz komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın bu tarihi tecrübeden hareketle şu çok önemli ve günümüz hakim sınıf klikleri mücadelesine de ışık tutan değerlendirmesini bir kez daha ifade etmekte yarar vardır:

“Bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz. Komünist hareket, ikisini de düşman olarak görür; ikisini de devirmek için mücadele eder; ama bunlar arasındaki mücadeleye de gözlerini yummaz; bu boğuşmadan kendi hesabına azami derecede fayda sağlamak için, bunların birbirine göre durumunu iyi tespit eder, en gerici olanı tecrit eder, ilk ve en şiddetli saldırılarını ona yöneltir, bu arada diğer gerici kliğin mahiyetini teşhir etmekten, onunla kendi arasındaki düşmanlık çizgisini sıkı sıkıya muhafaza etmekten de geri kalmaz. Bilir ki, hakim sınıflar arasındaki bu boğuşma her an halka karşı bir birleşmeye dönüşebileceği gibi, bugün en gerici olan kliğin yerini, yarın diğeri de alabilir. Bu, gericiler arasında durmadan değişen güç dengesine, iktidara hangi kliğin hakim olduğuna, iktisadi ve siyasi buhranın mevcut olup olmamasına ve benzeri şartlara bağlıdır.”

Burjuva hakim sınıf klikleri arasında 14 Mayıs seçimlerine doğru giderek sertleşen iktidar mücadelesinde, halk saflarında olan parti ve örgütlerin özellikle muhalefet adayının arkasında yedeklenme tehlikesinin somut olarak ortaya çıktığı koşullarda, iktidardaki AKP-MHP kliğinin faşist niteliğinin yanında, burjuva muhalefetin de faşist niteliği de gözardı edilmemelidir.

Bu durum hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesine kayıtsız kalmayı değil tam aksine bu mücadeleden halk adına azami derecede fayda sağlama politikası izlemeyi gerektirmektedir. Nitekim halk saflarında değerlendirdiğimiz Yeşil Sol Parti adaylarının destekleme çağrımız bu politik yaklaşımımızda anlam kazanmaktadır.

Yeşil Sol Parti’nin adaylarının desteklenmesi çağrımız, bu parti listelerinden aday gösterilen kimi liberal şahsiyetlerin politik duruşu ve “yeni süreçte görev” almalarıyla ilgili değildir. Bu şahsiyetlerin geçmiş pratikleri ve özellikle de devrimcilere yönelik düşünceleri tarafımızdan bilinmez değildir.

Devrimcileri Yeşil Sol Parti içerisinde “dekoratif birer unsur” olarak tanımlayacak kadar halk saflarından ve gerçeklerden uzak olan bu kişilerin temsilcisi oldukları görüşlerin elbette tarafımızdan bir kıymeti harbiyesi bulunmamaktadır.

Bu görüş sahiplerinin aday olma ve dahası meclise girme ihtimalleri olması; 14 Mayıs sonrası süreçte, “yeni çözüm süreci” ihtimalleriyle birlikte propaganda edilmekle birlikte, Kürt ulusal sorununun gerçek anlamda çözümünün ancak ve ancak demokratik bir devrimle olacağı gerçeği bilinmektedir.

Ülkemizde başlıca çelişkilerden olan Kürt ulusal sorununun nihai çözümü, sorunun kaynağını oluşturan hakim ulus imtiyazının ortadan kaldırılması ve Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkı yani ayrı bir devlet kurma hakkının tanınmasından geçmektedir.

Bu gerçek orta yerde dururken, bu türden şahsiyetlerin, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine bir yararı olmayacağı, dahası Kürt ulusunun eşitlik ve özgürlük mücadelesini liberal hayallerle sulandıracağı orta yerdedir.

Katledilişin 50. yılında Kaypakkaya’yla 1 Mayıs alanlarına

Öte yandan hakim sınıf klikleri arasındaki gerici iktidar dalaşının ürünü olarak ortaya çıkan kimi gelişmelere de tavırsız kalınmamalıdır. Örneğin muhalefetin adayı K.Kılıçdaroğlu’nun ezilen bir inanç olan Alevi kimliğinden ötürü saldırıya uğramasına duyarsız ve tepkisiz kalınamaz.

Mesele Kılıçdaroğlu’nun sınıfsal konumundan ve faşist kimliğinden bağımsız olarak ülkemizde milyonlarca ezilen yoksul Alevi inancına sahip halkımızın inanç kimliğine yönelik bir saldırı olarak ele alınmalıdır. Bu nedenle kaynağını ezen ulus inanç kimliğinden alan bu saldırıya karşı durmak gerekir. Tıpkı biz zamanlar rejimin başörtüsü nedeniyle kadın öğrencilere yönelik uyguladığı zulme karşı durduğumuz gibi.

İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe doğru sayılı günler kala gerek uluslararası ve gerekse de coğrafyamızda yeni bir sürecin öngünlerindeyiz. Emperyalist kapitalist sistemin önde gelen temsilcileri arasında çelişkilerin giderek sertleştiği ve bir yılını geride bırakan Rusya’nın Ukrayna işgalinde olduğu gibi, emperyalistler arası çelişki bölgesel düzeyde de olsa savaş durumundadır.

Çelişkinin sertleşmesine paralel, emperyalistler nükleer silah kullanımı da dahil olmak üzere, artan topyekün savaş riskine göre kendilerini konumlandırmakta ve hazırlıklarını ona göre yapmaktadırlar. Bu hazırlıkta, kendi iktidarlarına karşı ilerici, devrimci her gücün ortadan kaldırılması ya da düzen içine çekilerek tasfiye edilmesi de vardır.

Örneğin ABD emperyalizminin Çin emperyalizmini çevreleme politikası doğrultusunda, Filipinler gerici devletiyle askeri üs anlaşması yapmasından önce, Filipinler Komünist Partisi önderlerini katletmesi gibi.

Bu hazırlığın coğrafyamız açısından da geçerli olduğu kuşku götürmezdir. Türk hakim sınıfları devletinin her şeyleriyle emperyalizme bağımlı oldukları gerçeği orta yerde dururken; 14 Mayıs seçimiyle birlikte düzenin değişeceği, “yeni baharlar” geleceği ve rejimi zorlayan başlıca çelişkiler arasında olan Kürt ulusal sorununun mecliste çözüleceği gibi propagandalar bu açıdan da değerlendirilmelidir.

Coğrafyamızda bir kez daha devrimci direniş dinamiklerinin tasfiye edilmesi, düzen içine çekilmesi hayallerine tanık olmaktadır.

1 Mayıs 2023, hakim sınıfların bu yalancı baharlarına karşı, yeni baharların ancak mücadeleyle geleceği, yepyeni bir hayatın katledilişinin 50. yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya yoldaşın uzlaşmaz direnişini örnek alarak gerçekleşeceğini haykıracağımız gün olacaktır.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu