GüncelMakaleler

Türkiye Cumhuriyeti Kime Ait-3 TC’nin İlk Yıllarında Emperyalist Sermaye ile İlişkisi

"Türk egemen sınıfların emperyalizmle ilişkileri kesme gibi hiçbir çabası olmamış, tersine yatırım yapması için emperyalist sermayeyi teşvik etmişlerdir. Türk egemen sınıflarının tek başarısı, “gayri müslim”lerin ellerindeki mallara çökmek ve bu mallar vasıtasıyla emperyalistlerle ticari ilişkiler geliştirmek olmuştur"

TC, başından beri emperyalist sermaye ile içli dışlı olmuş ve emperyalist sermaye ile olan ilişkisini koparmamış tersine işgalci emperyalist güçlerle ekonomik ilişkisini sürdürmüştür.

Bazı küçük burjuva solcuların, Kemalist iktidarı “anti-emperyalist” olarak nitelemeleri, tamamıyla subjektif ve Kemalist burjuvaziyi yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.

İbrahim Kaypakkaya, “Kemalist iktidar daha başından beri emperyalizm ile işbirliği içindedir” saptaması, objektif ve Marksist-Leninist bilimsel bir analizin sonucudur. Osmanlı’nın devamı olduklarının kabul edilmesi ve Osmanlı’nın emperyalist ülkelere olan borçlarının üslenilmesi, “küçük burjuva sol” bir iktidarın değil, sınıf olarak burjuva ve toprak ağaları siyasal iktidarının bir sonucudur. Bu saptamamızı Büyük Millet Meclisi’ni (BMM) kontrol altında tutan komprador burjuvazi ve toprak ağalarının varlığı doğrulamaktadır.

1920’de Büyük Millet Meclisi’nde (BMM), M.Kemal’den sonra en yetkili kişi yerli sermayedar ve emperyalistler ile yakın ilişkisi olan Zonguldak Ereğli Maden Havzasının büyük bir bölümüne sahip ve İtalyan tekelleri ile sıkı fıkı olan BMM ikinci başkanı, Adalet Komisyonu Başkanı ve Adalet Bakanı sıfatlarını taşıyan komprador burjuva Celaleddin Arif’tir.

Osmanlı’dan kalma imtiyazları aynen devam etmiştir. Bazı liberal ve kimi küçük burjuvaların “anti-emperyalist” meclis dedikleri meclise egemen olan, Celaleddin Arif ve Emin Sazak gibi sermaye ve toprak ağaları kesimidir.[1]

C.Arif ve onun gibi komprador ve emperyalist sermaye ile ilişkili olanlar BMM’de o kadar etkin ki, “Savaş halinde oldukları İtalya”ya maden işletme imtiyazı veriliyor. Bazı milletvekilleri itiraz etse de, İtalyan “Terni Company” tekeline maden işletme hakkı verilmesi ezici çoğunlukla kabul ediliyor. BMM’de Celaleddin Arif’i en sıkı bir şekilde savunanlardan biri de Emin Sazak olmuştur. Emin Sazak ise Türkiye’nin Osmanlı’dan beri en büyük toprak ağası olarak bilinir ve BMM’de yer almıştır.

“Daha 1920 yılı içerisinde iken, yeni kurulmuş olan Büyük Millet Meclisi’nin ikinci başkanı ve adliye vekili olan Celâlettin Arif’in, siyasî nüfuzunu İtalyan sermayesi lehine kullandığını görüyoruz. Celâlettin Arif, Ereğli kömür havzasında, bir maden arama ve işletme imtiyazına sahiptir ve 1919 yılında İtalya’ya giderek Terni şirketine bu imtiyazı % 10 hisse karşılığında devreder. 1920 Eylül‘ünde, henüz savaş halinde bulunduğumuz İtalyanlara ait 25 kişilik bir grup, maden imtiyazını işletmek üzere Ereğli’ye gelir ve o tarihlerde Meclis ikinci başkanı ve adliye vekili olan C.Arif, iktisat vekiline, İtalyanlara gereken kolaylığı göstermesi dileğiyle bir telgraf çeker. İktisat Vekili Mahmut Celâl (Celal Bayar-ÖG), İtalyanların çalışmalarına engel olmakla birlikte, birkaç ay sonra konu Meclise getirildiğinde C.Arif’e verilmiş olan imtiyazın da kaldırılmasına ait bir öneri BMM tarafından reddedilmiştir.

Burada önemli olan husus, Millî Mücadelenin henüz başında iken Türkiye ile açıkça muhasım olan bir ülkeye ait şirketlerle pervasızca işbirliğine ve ortaklığa girişmiş bir şahsın en yüksek siyasî mevkilerden bazılarını işgal etmekte bulunmasıdır.“[2]

Bu alıntı K.Boratav’dan. Kendisi “anti emperyalist BMM” dediği meclis, emperyalist sermaye ile ilişki yürütme konusunda bu denli gözü karalık içindedir. “En büyük mevkiyi işgal etmiş” diyerek sitem ettiği kişi ve kişiler, Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden siyasete yön veren burjuvazidir. Boratav bunu görmek istemiyor ya da gerçekliği kabullenemiyor. O, siyasi önderliği ile ekonomiyi elinde bulunduran kesimi birbirinden ayırarak Marksist-Leninist-Maoist devlet analizini reddediyor.

K.Boratav’dan aktarmaya devam edelim:

Ökçün’ün bulgularına göre 1920-1930 yılları arasında kurulan 201 Türk Anonim Şirketinden 66’sında yabancı sermaye yer almıştır. Bütün anonim şirketlerin ödenen sermayelerinin toplamı 73 milyondur; bu toplamın 31.5 milyonu, yani % 43’ü yabancı sermayeli Türk Anonim Şirketlerine aittir. Bu ortaklıklarda Türk hissedarların, çoğunlukla birer paravana olduklarını ve kârdan pay (daha doğrusu komisyon) alan, fakat sermayeye katılmayan unsurlar olduklarını ve sözü geçen meblâğın hemen hemen tamamının yabancı kaynaklı olduğunu tahmin etmek, herhalde gerçekçi olacaktır. Yabancı sermayeli anonim şirketlerin, yüzde yüz yerli şirketlerden daha güçlü olduğu faaliyet kolları; dokuma, gıda ve çimento sanayileri; elektrik- havagazı üretimi, orman işletmeciliği, haberleşme-yayın ve sinema-tiyatro otel ve kaplıca işletmeleridir.[3]

Bu durum, Türk burjuvazisinin komprador niteliğini gösteren bir gerçekliktir. Emperyalist sermayeye sırtını vererek palazlanma eğilimidir.  Emperyalist tekellere tanınan imtiyazlar TC kurulduktan sonra da devam etti. TC hükümeti, sadece Osmanlı borçlarını üstelenmekle yetinmedi, ülke içinde emperyalist tekellerin yatırımına izin verdi.

Örneğin, ABD Chester grubuna “Ankara’dan Kerkük’e ayrıca Samsun ve Doğu Beyazıt’a kadar uzanan 4.400 km. uzunluğunda demiryolu ve üç liman yapımı” verildi. Ne var ki, bu yatırım gerçekleşmedi. Chester grubu bu imtiyazdan vazgeçti.[4] Musul ve Kerkük Türkiye sınırları dışında kalınca şirket -deyim yerindeyse- bu ballı anlaşmayı tek taraflı olarak iptal etti.

Chester Grubu’na verilen imtiyaz anlaşması, TC devletinin (ya da Kemalistlerin) emperyalist sermaye ile olan ilişkisinin en yalın göstergesidir. Sadece demir yolu yapımı değil aynı zamanda bu anlaşma ile 99 yıllığına ve demir yolunun geçtiği yerlerde 40 km boyunca enlemesine olan bütün yeraltı ve yer üstü kaynaklarının işletilmesi bu tekele bırakılmıştı.

Bir başka araştırmacıdan, Chester şirketiyle ilgili bir aktarımı buraya alalım.

TBMM Genel Kurulu’na sunulan Chester şirketi ile yapılan anlaşmaların
onaylanmasına dair yasa tasarısının 8. maddesine göre, “hükümet demiryolun
güzergâhı tasdik ve zemine tatbik olunduktan sonra demiryol müştemilâtının tesisi
için muktazi arazi ve mebaniyi şirket hesabına bilistimlâk teslim edecek[tir].” Yani
devletin Chester şirketi adına kamulaştırma yapacağı açıkla belirtilmektedir. Devlet
arazisi ise imtiyaz süreci boyunca bedelsiz olarak şirkete teslim edilecek, Nafia
Vekâleti’nin gerekliliğine karar vereceği taş ve kum ocakları gibi alanlar tazminatı
şirket tarafından ödenmek koşuluyla yerel yönetim tarafından şirkete verilecektir.
(TBMM ZC, 1923: 446)
[5]

Ancak Chester Grubu’nun gözü esas olarak Kerkük-Musul petrolleri olduğu için, Musul-Kerkük Irak’a (İngilizlere) kalınca vazgeçti.

Bu anlaşma, “anti-emperyalist siyasi önderlik” olarak nitelenen Kurtuluş Savaşı önderliğinin emperyalizme ne denli bağlı olduğunun yalın bir göstergesidir. M.Kemal bu anlaşmaların hiçbirine karşı çıkmamıştır. Hatta İtalyan şirketine verilen imtiyazın kaldırılması önergesinin reddedilmesi sırasında meclis başkanı olarak “…İtirazı olanlar mahkemeye yolu açıktır” demekle yetinmiştir. Ve kendisi İzmir İktisat Kongresi’nde olsun ve daha sonraki konuşmalarında “yabancı sermayeye karşı olmadığını” sıklıkla dile getirmiştir.

Ekonomi Bakanı Celal Bayar’ın bazı maden işletmelerinin İtalyanlara devredilmesine karşı çıkması ise anti-emperyalist oluşundan değil madenleri yerli sermaye çevrelerinin İtalyan sermaye çevrelerinin rekabetine dayanamayacaklarını bildikleri içindir.

Yine bir başka örnek ise 1929 yılına ilişkindir. 1929 yılına gelindiğinde emperyalist şirketler ile Türk şirketlerin (Türk şirketlerinden kasıt, irili ufaklı ticari işler yapan şirketler) sermayeleri eşit düzeydedir. Türk şirketlerinin toplam sermaye tutarları 78.239 milyon TL iken emperyalist şirketlerin Türkiye’deki yatırımlarda sermaye tutarı ise 77.913 milyon TL kadar.[6]

1929 emperyalist bunalımıyla birlikte emperyalist tekellerin dış sermaye yatırımının azalması sonucu, TC’ye de fazla bir yatırım gelmemiş ve hatta bazı emperyalist tekeller ülke içindeki faaliyetlerine son vermiş ve buraları ise Türk devleti “milli”leştirmiştir.

ABD’nin otomobil tekeli Ford’a fabrika açması için büyük bir arsa verilmiştir. 1929 emperyalist bunalımı nedeniyle bu gerçekleşmemiştir. Ford bunu daha sonra Vehbi Koç aracılığıyla yerine getirebilmiştir.

Türk egemen sınıfların emperyalizmle ilişkileri kesme gibi hiçbir çabası olmamış, tersine yatırım yapması için emperyalist sermayeyi teşvik etmişlerdir. Türk egemen sınıflarının tek başarısı, “gayri müslim”lerin ellerindeki mallara çökmek ve bu mallar vasıtasıyla emperyalistlerle ticari ilişkiler geliştirmek olmuştur.

O günün emperyalist dünya sisteminin içinde bulunduğu durum, ekonomik kriz ve emperyalist savaş ortamı “devletçiliği” zorlamıştır. Bu salt Türkiye’ye özgü değil bütün emperyalist ve yarı-sömürge ülkelerde geçerli idi. 1970’lerden sonra neo-liberal politikaların yaşama geçirilmesiyle “devletçilik” terk edilmiştir.

Sonuç olarak, TC kurulduğu andan itibaren emperyalist sermaye ile ilişki içindedir ve emperyalist sermayeye tanınan imtiyazları daha da genişletmiştir. (Bitti)

 

1- Y. Sezai Tezel, Birinci BMM’de Yabancı Sermaye Sorunu, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/37026

2- K.Boratav, age, s. 42

3- K.Boratav, age, s. 44

4- K.Boratav, age, s. 44

5- Ali Somel, Yasama Dergisi, sayı: 41 (Ocak-Haziran 2020)

6- Kenan Bulutoğlu, 100 Soruda Türkiye’de Yabancı Sermaye, s. 101, Gerçek Yayınevi, Birinci Baskı, 1970

ANALİZ | Cumhuriyet Kime Aittir-2

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu