GüncelYorum

YORUM | “Biz de İnsanız, Bizim de Yaşamaya Hakkımız Var!”

"Gerici faşist siyasal iktidarın bu aşamadan sonra yönetme kabiliyetini yeniden kazanması demek sadece halkımızın acılarının katmerleşmesine hizmet edecektir. Bu yeniden yönetme kabiliyeti ancak Marks’ın deyimiyle “yozlaşmış, çıkarcı, cahil, beynine tecavüz edilmiş uysal kölelerin” çokluğuna bağlıdır ki, bunun da ülkemizdeki tezahürü boyun eğme ve sadaka kültürüdür."

Yok olmaya yüz tutmuş vicdan, biraz insani duyarlılık, çokça Maoist dünya görüşü ve dayanışma ruhunun maceracı özgüveniyle “kitlesel katliamın” yaşandığı deprem bölgesindeyiz. Maoist bilinçli bireyler için en değerli şey olan zamanın toplumsal yaşamda karşılığının çalışmaktan öteye gitmediği günümüz koşullarında, “gönüllülük” ısrarım meyvesini verince Samandağ’a ulaştık.

Bir ulusun “bağımsızlığının” kaybedilmesine yol açabilecek ölçüde gerçekleşen bu kitlesel katliamın (büyük felaketin) ağır yaşamsal sonuçlarıyla yüzleşen yığınların acılarını paylaşmak, yıkıcı travmalarının atlatılmasına yardımcı olmak, sınırlı ve cüzi biçimde de olsa ihtiyaçlarını gidermek, yeni bir yaşamın kurulmasındaki en yararlı, en doğru ve en güzel yolları açıklamak, bu temelde gerçekleşecek “ortaklaşmalara” bilinçli bir yön vermek için düştüğümüz bu yolda kendimi şanslı addedenlerdendim. Ancak bu imkanı daha ilk günden yakalayamadığım için bir burukluk taşıdığımı da belirtmek isterim.

Kavranması güç, anlaşılması zor, tanımlanması zahmetli bu kitlesel katliamın mağdurlarının şok hali başlangıçta sizleri de kuşatan bir olumsuzluk girdabıydı. Hemen belirtilmeli ki bu kitlesel katliamın girdabının tanıkları ve mağdurları için henüz anlaşılamaması diğer toplumsal kesimlerin üzerine dalga dalga yayılacak olan karanlığında bir ön habercisidir. Çünkü bu büyük felaketin mağdur ettiği yığınların kayıpları sadece yaşam alanları değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel sosyal hayatlarıdır.

Uzunca bir süredir yığınlara enjekte edilen büyük ve güçlü devlet yanılsaması bu büyük felaket karşısında yerle yeksan olmuştur. Burjuva piyasanın yalanlarla örülü propaganda makinasıyla ayakta tutulmaya çalışılan güçlü devlet imajı, bu kitlesel katliamın yakıcılığında yerini şarlatanca beyanatlara ve dördüncü derece açıklamalarla “el-aman” yolu aramalarına bırakmıştır.

Büyük ve güçlü devletin, büyük ve güçlü piyasası, büyük ve güçlü liderlerinin donmuş, dar kafalı hesaplarının ve korkaklığının sonucunda depremin ilk birkaç gününde bırakın müdahale etmeyi yerinden kıpırdayamamıştır ki, bu hantal ve uyuşuk bir aygıtın görüngüsüdür.

Çeşitli milliyetlerden emekçi halkımızın gönüllü ordularının (ki bunlar çeşitli toplumsal kesimlere mensup “sıradan” insanlarıdır) büyük felaketle yüzleşen bölgelere akın akın gitmesinin yanında yardımların ulaştırılmasının geciktirilmesini, müdahalelerin engellenmesini (tırların, iş makinalarının vb. bekletilmelerini anımsayalım) sadece bir koordinasyonsuzluk olarak görmek sorunun yüzeysel belirlenimidir. Bu aynı zamanda bir siyasal tıkanma ve “kaos” halidir. Bu yüzden sayıları on binleri belki de yüzbinleri bulan insanımız ya yıkıntılar altında ya da donarak hayattan koparılmışlardır. Burjuva hukukunda bile bunun tanımı bilinçli taksirle ve taammüden cinayettir. Bu yüzden bizler başından beri bilinçli olarak büyük felaket, büyük yıkım öncesinde enkaz altındaki canlarını ve mallarını kurtarmaya çalışan insanımızın haykırışıyla “kitlesel katliam” diyoruz.

Dar kafalı burjuva piyasa sahipleri yapılması gereken müdahalelerin oldukça uzağındayken, kitlesel katliamı uluslararası kamuoyuna dördüncü derece olarak ifade etmekten kaçınamamışlardır. Bu basiretsizliğin ve beceriksizliğin başka bir ifadesi olmuştur. Dahası bölgede rol kapmaya çalışan burjuva devletin (aslında emperyalistler arası çelişkilerin derinleştiği, yaygınlaştığı ve “çok kutupluluk” olarak ifade edilen yeni düzlemde, emperyalistler arası çatışkıların bölgeye yansıyan bir “rol modeldir” AKP-MHP iktidarı) “teslimiyetçi”, “icazetçi” karakterini de açığa vurmuştur. Öyle bir devlet düşünün ki, bütün dünyaya “ayar” vermeye gayretkeş liderinin vecd halindeki hezeyanlarıyla gark olmuşken bu büyük felaket karşısında tabiri caizse uşak rolüne uygun piyasasını inşa ettiği imaj da yerle bir olunca secdeye gelmiştir.

Gerici faşist siyasal iktidarın bu aşamadan sonra yönetme kabiliyetini yeniden kazanması demek sadece halkımızın acılarının katmerleşmesine hizmet edecektir. Bu yeniden yönetme kabiliyeti ancak Marks’ın deyimiyle “yozlaşmış, çıkarcı, cahil, beynine tecavüz edilmiş uysal kölelerin” çokluğuna bağlıdır ki, bunun da ülkemizdeki tezahürü boyun eğme ve sadaka kültürüdür.

Gerici faşist burjuva siyasal iktidarının bütün “havanda su dövmelerine”, “bölgesinde boru öttürme” heveslerine karşın toplumun resmettiği emperyal ağa babalarına secde hali, büsbütün saltanat kayığında özlemini çektikleri Talibanvari bir kuyrukçuluktur. İçerde koyu bir gericilik ve despotizm, dışarıda yaltaklanma bu gerici faşist iktidarın ana eksenidir. Toplumun ayrıştırılması-karıştırılması ikinci yüzyılı kurtarmaya çalışan burjuvaların güç temerküzünün destansı yöntemleridir. Böylece toplum sürekli olarak bir girdaba sürüklenmekte, karabasanlarla ürkütülmekte, feodal atıkların çeşitli karışımıyla beslenen gerici faşist burjuva devlet tahkim edilmektedir.

Öte yandan bu kitlesel katliam göstermiştir ki, işbirlikçi-bürokratik devlet hantal ve yeteneksizdir. Gelişen durumlara karşı inisiyatif almada, planlamada ve koordinasyonda tamamıyla yetersizdir. Bu yüzden de ne toplumun ne de kitlesel katliamın mağdurlarının hiçbir derdine çare olabilecek ne güce ne de beceriye sahiptir. Kaldı ki en ileri burjuva iktidarlar bile böylesine bir büyük felaket karşısında bir planlama ve koordinasyondan yoksundur. Çünkü son tahlilde sınıf çıkarlarına göre konumlanmışlardır. Dolayısıyla en ileri burjuva devletler böylesi bir kitlesel kırımın yaşandığı durumlarda ne afaki, yasak savma şeklinde açıklamalarda bulunur ne de donup kalır. Burjuvalar, yığınları sınıf çıkarlarına alet ettikleri, bilinç yanılsaması yarattıkları ölçüde bir “başarı” karinesi oluşturabilmektedirler. Yine de gerçekler bir kez gün yüzüne çıkınca (ki gerçeklerin böyle bir huyu vardır) “kral çıplak” görünür olunca, o kudretli ve heybetli yapının bir anda çözülüp dağıldığı, doruklardan yuvarlandığı tarihsel ve bilimsel olarak tanıtlanmıştır.

Yağma ve talan olan betonlaşma hikayesi!

Kitlesel katliamın üzerinden geçen 1.5 aylık süre sonucunda faşist iktidarın bir arpa boyu yol almadığı, halihazırda yeterliliğinin de olmadığı, planlamadan yoksun olduğu, koordinasyonu sağlayamadığı, bu yüzden bu güç yitiminin üstesinden gündemi değiştirecek hamlelerle gelmeye çalıştığı “kader” etiketiyle travmayı ve uyuşukluğu derinleştirdiği görülmektedir. Çünkü gerici faşist iktidarın devletin talan edilmesini hızlandıran, betonlaşma üzerine inşa edilen piyasası ve buna uygun yasal ve pratik uygulamaları, toplumun yeniden “cendereye” alınmasıdır. Sonuçta, kitlesel katliam yüzünden milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilmesi, geçmişinin ve birikiminin kaybolması, bugününün çökmesi, toplumların ilerlemeleriyle kazanılan, nesilden nesile aktarılan ilerlemelerden yoksunlaşmasıdır da. Öte yandan bu büyük felaket, yüzbinlerce insanımızın moloz ve toprağın altında olmasıyla sonuçlanmış, milyarlarca maddi kayıp meydana gelmiş, milli hasıla yüzde beş oranında küçülmüştür.

Bütün bunlara karşın gerici faşist iktidarın bu büyük felakete bulabildiği ve önerdiği çözüm asgari ücretin çok az üstünde nakdi yardım, kredi borcu ötelemeleri, tüm ülkede okulların kapatılması –ne alakası varsa!– ve olağanüstü hal ile iç içe yeni bir yağma ve talan olan betonlaşma hikayesidir. Uzunca bir süre bu yıkımın travmalarını ve zorluklarını atlatamayacak olan bölge halkının yersiz yurtsuz bırakılması, malına-mülküne çökülmesi kısaca tüm toplumun ezilmesi, bu gerici faşist iktidarın ruhudur. O yüzden her şey bir kader perdelemesiyle geçiştirilmektedir.

Ne sağlıklı bir piyasanın ne de beşeri bilimlerin uzağından yakınından geçmeyen bu betonlaşma aklı birden bire ortaya çıkmış değildir. Gerici faşist iktidarın rakipleri ile girdiği mücadeleler sonucunda ulaştığı bir can simididir. Bu akıl, ülke zenginliklerinin yağma ve talanının tetiklediği palazlanmanın yarattığı güç konsolidasyonunun bir sonucudur. Rakiplerine karşı üstünlük sağlamak için betonlaşma yüksek kâr da içeren verimli bir araçtır. Ancak bu betonlaşma aynı zamanda yığınlarda göz boyamaya da hizmet eden yeni dünya düzenine eklemlenmenin de bir parçasıdır. Bu tamamıyla ülke pazarlarının emperyalist efendilerine de peşkeş çekilmesidir. Karayolları, köprüler, havaalanları, hidroelektrik santralleri, maden yağmaları vb. iç pazarın tedrici gelişmesine de hizmet ederken öte yandan asalaklığa ve kan emici tefeciliğe de hizmet eder. Buna bir de çok kutuplu dünyaya doğru emperyalistlerin yeni konumlanışında “yerlilik ve millilik” ekledik mi bir beton devinin en özlü ifadeyle belirttiği gibi tastamam olur.

Gerici faşist iktidarın büyük felaketin enkazları altında kalmasıyla el ovuşturan burjuva muhalefet harekete geçmesi sorunun bir başka yönünü açığa çıkarmaktadır. Burjuva muhalefet, gerici faşist iktidarın bu büyük yıkımın altından çıkamayacağının yarattığı cazibeyle hemen kolları sıvayarak belediyeler üzerinden elindeki imkanları seferber ederek bir yandan halkımızın acılarını kendilerine payanda etmeye ve öte yandan kurtarıcı rolünü oynamaya aday olmuşlardır.

Bu kitlesel katliamla bir kez daha teşhir olan gerici faşist iktidarın karşısında muhalefetin hoş ama boş söylemlerini umut olarak addetmek olabilecek en büyük yanılsamadır. Elbette bunu kaba bir biçimde ele almamalıyız. Yıkımın mağdurlarına yapılan her yardımın, verilen her desteğin sınırlı da olsa, yetersiz de olsa faydası bulunmakta ve bu yön sürekli işlenmeli, büyütülmelidir. Ancak yine bilinmelidir ki, bunun hangi amaçlarla yapıldığı da bir o kadar önemlidir. Çünkü devlet, burjuva devlet olarak kaldıkça bir kliğin yerini bir başka burjuva kliğin alması tedrici, kısmi ilerlemeler dışında bir sonuç üretmeyecektir. Çünkü temel sorun yani kimin kimi yönettiği sorunu aynı kalacaktı. Üstelik geçmişten günümüze böyle olmamış mıdır? Her sınıf kendi iktidarının çıkarlarını korumak için var olduğuna göre bu işin a-b-c’sidir.

Dolayısıyla buradaki görevimiz burjuva muhalefetin bu kitlesel katliamın mağdurlarının acılarından nemalanarak kendi hanesine kazanacağı yarara çanak tutmak ya da yardımcı olmak değil sorunun ana kaynağını gizlediği için teşhir etmek ve tüm toplumsal kesimleri uyarmaktır. Dolayısıyla proletaryanın sınıf bilinçli üyelerinin görevleri dayanışma, yardımlaşma, acıları paylaşma sınırlarıyla belirlenmemelidir. Büyük düşünmek ama büyük konuşmaktan sakınmak gerekir. Proletarya sınıfının bilinçli unsurlarının görevi, kitlesel katliamın yaşandığı mecralarda halk sınıf ve tabakalarıyla ortaklaşmak, bu ortaklaşmadan proletaryanın sınıf ideallerine uygun çözümleri araştırmak ve bulmaktır. Bu yöntem ara çözümleri dıştalamaz, onları da içerir. Bu barınma sorunundan sağlığa, eğitimden kent planlamasına, kamu yönetiminden temel haklara vb. çalışma alanlarının özelliklerine göre yaşam formları yaratmaya birçok çeşitlilik içerir.

Elbette bu kapsamlı çerçeve, mevcut gücümüzün oldukça üzerindedir. O zaman “başlangıçtaki ana halka ne olmalıdır?” sorusuyla yüzleşiriz. Önceliğimiz bölgede bulunan bütün arkadaşlarımızın birer doğal muhabir olarak piar çalışması yürütürken bunu bir metodolojiye dayandırmasıdır. Bu piar çalışmasındaki amaç dayanışmayla yan yana bulunduğumuz halkımızın en ileri unsurlarını çalışmalarımıza dahil etmek, öte yandan halkın geniş kesimlerinin talep ve beklentilerini açığa çıkarmak, çalışmalarımızı bu tespitler ışığında ilerletmektir. Soyut formüller işe yaramaz.

Depremin etkisi dalga dalga yayılacaktır

Kitlesel katliamın milyonlarca insanın üzerinde yarattığı etki dalga dalga bütün ülkeye yayılacaktır. Bu yüzden ülkenin diğer bölgelerinde de buna uygun farklı görüşler ve yöntemler geliştirmek zorunludur. Sorun bir yerde barınma, bir yerde kira, bir yerde sosyo-kültürel bir yerde göç ve bir başka yerde sosyo-politik sorunlar olarak görünecektir. Dolayısıyla bunun uyanıklığı taşımak zorundayız. Depremle açığa çıkan bu katliam, çeşitli milliyetlerden halkımızın geleceği için bir milat ve olası sıçrayıştır. Bu yüzden en geniş kesimlerle birleşmek işin bir yanı ise diğer yanı-esası siyasal iktidarın teşhirini içeren ajitasyon propaganda ile örgütlenmedir. Bu yüzden bütün aklı selim ileri kadroları bu faaliyetin bir parçası yapmak birincil görevlerimizdendir.

Gerici faşist iktidarın teşhir olmuşluğu kurumlarına (AFAD, Kızılay, valilik vb.) kadar işlemiştir, bu bizler için avantajdır. Öte yandan bu avantaj burjuva muhalefetin sınırlı çözümlerinin aldatıcılığında bir dezavantajdır. Bu yüzden burjuva muhalefeti de ikiyüzlülüğü sınırlı yardımlarındaki göz boyayıcı ve umut tacirliği yönüyle de teşhir etmeliyiz. Elbette burjuva klikler arasındaki kapışmadan halkın menfaatleri için yararlanmak hatta bu burjuva muhalefetin kendi içindeki farklı yaklaşımların da bizleri hedeflerimize yakınlaştıranlarla diğerleri arasında fark gözetmek ve politikamızı buna göre biçimlendirmek burjuva klikler arasındaki savaşımdan yararlanmanın bir başka biçimidir.

Öte yandan henüz burjuvalaşmamış, gerici faşist düzenin bir aleti durumuna gelmemiş temel hedefi slogansı da olsa bağımsızlık ve demokrasi yönünde ilerleyen halk sınıf ve tabakaları içerisinde görebileceğimiz ve daha depremin ilk anından itibaren bölgede bulunan ve sempati toplayan dostlarımız da bulunmaktadır. Bu kesimlerle tutarlı ve samimi bir ilişki içinde bulunmak gerekir. Bunlar çalışmalarımızın önünde bir engel oluşturmamakta dahası kurtuluş mücadelesinin bir kesimidirler. Bu yüzden ilişkilerimiz dostane olmalı, yapıcı eleştirilerle ilerlemelidir.

Burada daha özgün çerçevede “gönüllüler ordusu”ndan da söz etmek gerekir. Çünkü bu gönüllüler ordusu ilk olarak toplumun en duyarlı kesimlerinin nefesidir. Ancak daha kitlesel katliamın başından itibaren bölgede insani ve vicdani bir dayanışa örneği göstermişlerdir. Ancak bu kesimler büyük felaketin yaralarının sarılmasında sınırlı ve süreli bir işleve sahiptirler ancak sorunun özünü kavramaktan uzaktırlar. Bu yüzden sınırlı bir işleve sahip çalışmaları olumlu bir işleve sahipken, öte yandan burjuva devletin yeniden onarılmasının da kan taşıyıcılarıdır. Politik bir hedef olmadan yürütülen her çalışma son tahlilde bu kapıya çıkar. Öte yandan gönüllüler ordusunun başlangıçtaki faaliyetlerinin olumluluğu zaman ilerledikçe sönümlenme olasılığı ve tehlikesi taşımaktadır. Bu yüzden çalışmalarımız bu gönüllüler ordusunun başlangıçtaki olumlu etkisi üzerinden de inşa etmek zorundayız. Bu aynı zamanda toplumun tüm kesimlerinde hızlıca bir bilinçlenmeye yol açacak, somut talepleri etrafında şekillenen çözümleri ortaya çıkaracaktır.

Bu gönüllüler ordusu toplumun en vicdanlı, insansever ve barışçıl unsurlarıdır, bunu bir an bile unutmamak gerekir. Kitlesel katliamın yaralarının sarılması için vicdanen ve kendini toplumun diğer üyeleri ile bir ve eşit gören, bu anlamda yurttaş olmanın bir gereği olarak kendiliğinden büyük bir özveri ile deprem bölgesine akın eden bu insanlarla yakın ilişkiler kurmak zorunludur. Çünkü bu insanlar felaketin doğrudan mağdurları olmamakla birlikte aynı “kader birliği”nin birer parçaları olarak sosyal hayatı paylaşmanın gereği olarak her türlü yardımı bir başkasının icazeti ile değil de tamamıyla kendi iradelerinin ve bilinçlerinin emri doğrultusunda yerine getirmişlerdir. İşte bu kesimler henüz burjuva dünyanın kirletilmemiş, soğurulmamış toplumsal bir hayatın sosyal bireyleri olarak daha ilerici ve dinamik kesimleridir. Dolayısıyla bizler de gücümüzün ana gövdesini bu güçlerle bağ kurmaya yöneltmeliyiz.

Eğer bugüne dair somut bir şeyler üreteceksek gerçekten yeni bir hayatı öreceksek işte bu gönüllüler ordusu başat çalışma merkezleridir. Bölgenin kıvılcımını diğer çalışma alanlarında bu güçler harlayacaktır.

Aradan geçen bunca süreye karşın kitlesel katliamın yansımalarının tüm boyutları henüz toplum üzerine sirayet etmemişken mağdurlar henüz büyük deprem felaketinin sosyo-psikolojik marazlarını atlatamamış, diğer toplum kesimleri de henüz buralardan yayılan karanlığın yakıcılığını anlamamışken toplumdaki dalgalanmayı tetikleyen diğer şeyde yozlaşmış, talancı, borsa spekülatörü iktidarın politik iktisadıdır. Algı operasyonlarıyla şekillendirilen güçlü devlet imajı depremin enkazından kaçınamayınca liderinin lümpen söylemlerinde, muhalefet etiketi altında tüm topluma sarf edilmiş böylece burjuva piyasasının aşağılık ve pespayeliği gün yüzüne çıkmıştır.

Politik kriz, bu kitlesel katliam sonrasında iktisadi krizi de on kat artırmıştır. Bütün halk bunu derinden sezinlemektedir. Dolayısıyla bugünün iktisadi koşulları altında ne bu soysuz burjuva iktidar ne de rakibi olan muhalif burjuva kesimler krizi daha da derinleştiren bu büyük yıkımı tamir edemezler. Dahası iktisadi kriz ülkenin iflasına doğru ilerlemektedir. Bu yüzden burjuva muhalefet temel hak ve özgürlükler ekseninde kitlelerin dayanışmasıyla, fedakarlığıyla bekalarını sağlama alacak bir siyasal argüman yaratma uğraşındadır. Çünkü ancak böylelikle iflastan bir adım geriye çekilebilirler. Ancak bu emperyal ağa babalarına sunacakları karşılığında imkan dahilindedir. Bu sebeple bu kitlesel katliam olgusunu incelerken iktisadi krizi de başat bir şekilde işlemeliyiz. Faşist iktidarın seçimler vesilesi ile gündem değiştirme hamlesine tam destek veren burjuva muhalefetin dalgalanmalarına kapılmaksızın politik-iktisadi krizi kitlesel katliam denkleminde sürekli işlemeliyiz.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu